Aslında Avrupa Ligi'nde her sene gördüğümüz bir tablo bu. Sadece takımlar değişiyor. Her sene, ''oğlum bu takım en az çeyrek final görür.'' dediğimiz takımlar ya grup aşamasında eleniyor, ya da son 32'de. Tabii, bu kupayı önemsemeyip elenen çok takım oluyor. Gerek Şampiyonlar Ligi'nin gölgesinde kalması, gerekse düşük maddi getirisi, kupayı bazı takımlar için önemsiz kılabiliyor. Bu sezon da böyle takımlar görmek mümkün..
Liverpool
Şaşırmadınız değil mi? Ben de şaşırmadım. Yıllardır alıştığımız, ama yine de her sezon yürek burkan bir tablo.. ''o sene bu sene!!'' diye yola çıkıp, yaz aylarında fazlaca anlamsız ve bir o kadar pahalı transferler yapıp, en iyi ihtimalle Şubat ayında şalterlerin kapandığı ama taraftarın yine de sırtını dönmediği sezonlardan sadece biri bu. 'Kırmızların iyimser hayallerine son veren takım ödülü', bu sezon St. Petersburg'a doğru yollandı. Zenit, son yarım saatini sıkıntıyla geçirdiği Anfield kabusuna iyi direnerek turu geçmeyi başardı. Aslında Liverpool çok iyi başlamıştı Rusya'daki maça. Suarez'in ardı ardına girdiği, hatta bazılarını harika şekilde kendisinin yarattığı pozisyonları hoyratça harcaması sonucunda golü bulamadılar. İkinci yarıda da bir klasik olarak ''Liverpool harika oynar, dünyaları kaçırır ve sonunda kolay goller yer.'' senaryosu vücut buldu. Hulk ve veteran Semak'ın golleri, yine hayal kırıklığı yaşanacağının bir göstergesiydi. Ama Liverpool her zaman güzel elenmiştir. Yani elense bile ya tek gol atıp geçeceği turlardır onlar, ya da işte dünyaları kaçırıp bir anda kabus yaşadığı turlardır. Anfield'da da öyle oldu; sezon sonu futbolu bırakacağını açıklayan Carragher'ın, tecrübesine yakışmayacak basit hatası sonucunda Hulk affetmedi. Sonrasında Suarez'in şapkadan tavşan çıkarması yetmedi ve 3-1'lik galibiyete rağmen elendiler.
Rodgers'ın bu kupayı pek önemsediği söylenemezdi zaten. Ama son 32'de elenecek kadar da acı olmamalıydı senaryo. Güç bela çıktıkları ve üçlü averaj sonucunda lider oldukları grupta oynadıkları bir Anzhi deplasmanı vardı ki, ''umurumuzda değil bu kupa.'' cümlesinin ilk 11 versiyonuydu. Kadro kalitesi-başarı beklentisi endeksinde büyük bir tutarsızlık olmasına karşın, söz konusu Liverpool olunca taraftar ve medya hep hedefi yükseğe koyuyor. Yani hedef her sene sürekli olarak düşse de, o senenin en yüksek beklentisi hedefleniyor. Doğal olarak da takım beklentilerin altında eziliyor ve başarısızlık kaçınılmaz oluyor. O yüzdendir ki, düş kırıklığı söz konusuysa, bir numaralı takımdır Liverpool. Muhtemelen bir süre daha bir numara olmaya devam edecekler.
Ajax
Sezona Şampiyonlar Ligi'nde başlamışlardı aslında. Yani başladıklarını düşünüyorlardı, grup kura çekimine kadar. Real Madrid-Dortmund-Manchester City ile aynı gruba düştüklerinde trollemeler başlamıştı zaten. Kimsenin pek umudu yoktu 2013'te Avrupa kupası maçı oynama konusunda. Ama Manchester City'nin, aslında küçük bir kesimin beklediği gibi rezil grup performansı sonucunda 3. olmayı başardılar. Avrupa Ligi'ne düşmelerinin en güzel tarafı, eğer ki finale çıkarlarsa, maçı Amsterdam Arena'da oynayacak olmalarıydı. Şans da yanlarındaydı, kurada karşılarına Steaua Bükreş geldi. İlk maçı da içeride çok rahat bir oyunla 2-0 kazandılar. Ama hava değişiminden mi bilemedim, rövanşta Romanya'da döküldüler adeta. Son yıllarda Avrupa kupalarında herhangi bir başarısı, dişe dokunur herhangi bir galibiyeti olmayan Steaua'ya normal sürede 2-0, penaltılarda da 4-2 kaybederek elendiler. Sürekli olarak favorilerin elendiği kupada, belki de finale kadar gidebilecekleri yolu pek beğenmediler herhalde.
Çok genç bir kadrosu olan, ileride yıldız olma potansiyeline sahip çıtırları bünyesinde barındıran Ajax için biraz! hayal kırıklığı olduğu aşikar. Finalin kendi stadyumlarında oynanacak olmasının yarattığı motivasyonu Romanya'da nasıl yok ettiler hala aklım almıyor. Steaua için dile getirdiğim 'Avrupa başarısı mı, o da ne?' temalı cümleyi, Ajax için de kullanabilirim aslında. Zaten son iki yılda Eredivisie'de şampiyon olmalarından önce yedi sene kış uykusuna yatmışlardı. Alttan gelen bolca genç yetenek ile toparlanmaya çalışıyorlar. Eski günlerine(çok eski), dönebilecekler mi(imkansız), bunu zaman gösterecek.
Napoli
Kupanın en büyük ikinci şoku desek yanlış olmaz herhalde. Kimse Napoli'nin en azından çeyrek finalden önce elenmesini beklemiyordu, hele ki Viktoria Plzen karşısında. Ama San Paolo sakinleri, küçümsedikleri Plzen karşısında nakavt oldular.
Grup performansları da pek iç açıcı değildi zaten. Dnipro-PSV-AIK triosu ile eşleştikleri gruptan ikinci olarak çıkabildiler. Aslında, daha sağlam oynayabilen bir PSV olsaydı grupta, muhtemelen son 32'yi göremeden veda ederlerdi kupaya. Ama şanslarına, taş gibi bir Dnipro'nun aksine çok yumuşak çıktı PSV. 0(sıfır) averajla gruptan çıktılar, 12 gol atıp 12 de yediler. Yani aslında çanlar Napoli için çalmaya başlamıştı çoktan. Ama kurada Viktoria Plzen'i çekince rahatlamış olmalılar ki, San Paolo'da 3-0'lık şok bir mağlubiyetle karşılaştılar. Maçı canlı izleme şansına sahip olduğum için, Plzen'in Napoli'yi bayağı kafasına vura vura yendiğini söyleyebilirim. İçerideki bu skordan sonra, Çek Cumhuriyeti deplasmanına bira içmeye geleceği barizdi Napoli'nin. Yedek ağırlıkli bir kadroyla sahaya çıktılar ve ilk maçın bir kopyası oynandı Plzen'de. 2-0 ile, gol atamadan elendi 'Maviler'.
Kadro kalitesi açısından iyi olmanın, turu geçmek için yeterli olmadığını düşün(e)memeleri, rakibi küçümsemeleri, Walter Mazzarri özelinde Napoli için büyük bir eksi olarak işlendi tahtaya. Beş yıldır aynı hoca ile yoluna devam eden, aynı diziliş, taktik ve yüksek derecede disiplin ile oynayan Viktoria Plzen'i nasıl küçümseyebilirler hala anlamakta güçlük çekiyorum. Hele ki Plzen'in, kendi grubunda Atletico Madrid'i yenerek verdiği gözdağından sonra. Napoli için büyük bir kayıp oldu. Gerçi, en önemli iki oyuncusundan biri olan Hamsik'in arabasının camını kırıp hırsızlık yaptıkları için, hatta Lavezzi daha Napoli'de oynarken, sevgilisinin kafasına silah dayayıp saatini çalıp ''Napoli'de kalacaksınız.'' diye tehdit edecek kadar sorunlu oldukları için, Napoli taraftarına bu başarı bile fazla.
Atletico Madrid
Yazılacak son takım, sahneye çıkacak son hayal kırıklığı, tabii ki de onlar olacaktı. Laubalilik mi, yoksa son üç yılda iki kere bu kupayı almalarından mıdır bilemedim, Atletico komik bir performans sonucunda elendi Avrupa Ligi'nden. Sanırım ikinci nedenden dolayı olmalı. Zira, La Liga'yı daha çok önemsedikleri bariz. Ama, yine de bu kadar gülünç bir performansı açıklayamaz bu neden.. En fazla bahane olur.
Son şampiyon olmalarından da olabilir, şans da olabilir, harika bir gruba düşmüştü Atletico. Academica, Hapoel Tel Aviv ve Viktoria Plzen ile eşleştiğinde, Diego Simeone sevinçten bir hafta boyunca her akşam boğa kuyruğu eşliğinde Seville şaraplarından yudumlamıştır muhtemelen. Gruptaki ilk maçları olan Tel Aviv deplasmanından itibaren yedek ağırlıklı 11'lerle sahada bulundu hep Atletico. Hatta, Vicente Calderon'daki Hapoel maçında handikapı geçemeyerek beni ''tebrikler! ikramiye kazandınız.'' sesinden de mahrum bıraktılar. O yüzden ayrı bir garezim var kendilerine. Neyse ki Plzen, grup liderini belirleyecek maçta içeride 1-0 ile Atletico'yu mağlup edip, intikamımı biraz olsun aldı. Umurlarında değil bu tabii o ayrı.
Laubaliliklerinden dolayı grup ikincisi olarak son 32'ye yükselip, taş gibi Rubin Kazan ile eşleştiler. İçimin yağlarının biraz daha eridiğini eklemeliyim bu eşleşme ile. ''Gökdeniz'li Rubin, Arda'lı Atletico'ya karşı!'' başlıkları altında Vicente Calderon'da başlayan ilk maçta Gökdeniz, fırsatçılığını kullanarak deplasman golü avantajını sağladı Rubin için. Atletico da o golden sonra uyanmaya başladı. Ama hala ''beş dakika daha..'' modunda olduklarından, maçı çevirecek pozisyon bulma konusunda sıkıntı yaşadılar. Son dakikalarda buldukları pozisyonları da kolayca harcadılar. 90+5'te ise, akıllı.tv'ye çıkmayı başardılar. İki ayaklı bir turda, ilk maçta neden 90+5'te bir kaleci kornerde hücuma çıkar? Asenjo ileri çıkarken ne düşündü acaba? Simeone böyle saçmalamayı nereden öğrendi? Bu soruların cevaplarını ben bulamadım. Ama Rubin iyi bir cevap verdi, Orbaiz ile deplasmanda 2-0'ta skoru taşıyıp turu cebe koydular. Moskova'da oynanan maçta da 85'te gol yiyip beş dakika kadar stres yaşasalar da, son şampiyonu nispeten rahat bir şekilde elemeyi başardılar.
Asenjo'nun epik hatası olmasa, muhtemelen turu geçen takım penaltılarla belirlenecekti. Ama hatayı iyi değerlendiren Rubin, 'Atleti'ye cezayı kesti. İkramiyeden ettikleri için her ne kadar garezim olsa da, son 32'de elenmek pek yakışmadı son şampiyona. Daha fazla önemsedikleri La Liga ikinciliğini almaları lazım, kupadan elenmenin karşılığı olarak.