12 Kasım 2013 Salı

Serie A 12. Hafta Değerlendirmesi

Sınavlarla geçen zorlu! süreçten dolayı son iki haftayı yazamamıştım. Merak ediyorsanız, fena da geçmedi vizeler. Yazamadığım iki haftada Roma mevsim normallerine dönüş yaptı, Juve gaza bastı, Fiorentina yine keyifli futbol oynadı ve Milan tabii ki de kazanamadı. Bu hafta maçlarda atılan gol sayısında da bir düşüş var; 21. Bir an ''Roma böyle mi gidecek hep?'' diye düşünsek de, Serie A yeniden keyiflenmeye, zirve mücadelesi tekrardan kızışmaya, teknik direktörler yine bir bir kovulmaya başladı. Son kurban ise ligin dibine demir atan Chievo'nun hocası Giuseppe Sannino oldu. Bu hafta da oldukça keyifli ve dramatik maçlar oynandı.


Catania 1-0 Udinese

Geçtiğimiz senelerini mumla arayan Catania, evinde Udinese'yi tek golle ve bayağı zorlanarak devirmeyi başardı. Maçın ilk yarısı oldukça tutuk geçse de, Udinese defansının hatasını Maxi Lopez penaltı ile değerlendirdi ve ilk yarı 1-0 sona erdi. İkinci yarı özellikle Muriel ile etkili olmaya çalışan konuk ekip karşısında sıkıntılı durumlara düşse de, maçın sonuna kadar skoru koruyarak uzun haftalar sonra üç puan almayı başardı ev sahibi. Rolando Maran'ı haftalar önce gönderip yerine De Canio'yu getiren Catania, yeni hocasıyla ilk galibiyetini almış oldu böylece. Haftalardır formsuz olan Leto yedeğe çekildi bu maç ve işe de yaramış gibi görünüyor. Udinese ise son beş maçında dördüncü mağlubiyetini alarak 12. sıraya geriledi. Di Natale eskisi gibi değil, takımı sırtlamak için partnere ihtiyacı var artık.

İnter 2-0 Livorno

Ligin en golcü takımı olan İnter, evinde kısıtlı kadrosu olan ama keyif veren Livorno'yu oldukça rahat geçti. Kanat akınları ile maça başlayan ev sahibi, tempo yaptığı maçın ilk 20 dakikasında golü bir türlü bulamadı. 32'de ise yan topta topu içeri sokan Livorno kalecisi Bardi, golü İnter'e hediye etmiş oldu. İkinci yarıda kontrollü oynayan ve kontratakla gol arayan ev sahibi, 90'da Nagatomo ile farkı ikiye çıkardı ve rahat bir üç puan aldı. Walter Mazzarri ise maç boyunca takımına sürekli bağırdı ve oynanan futboldan pek de hoşnut gözükmüyordu. Ancak İnter 29 golle ligin en çok gol atan takımı ve şu sıralar bayağı formda. Mazzarri hocamın biraz sakinleşmesi lazım. Maçın en önemli olayı ise, 'Capitano' Zanetti'nin sahalara geri dönmesiydi. O yaşta, o sakatlığı atlatıp tekrar futbola dönmesi muazzam bir olay. Futbolda haftanın en önemli olayı olabilir hatta. Livorno ise keyif verse de, rakiplerine sürekli saçma hatalar ile goller hediye ederek puan fırsatlarını tepiyor. Bu hafta hata sırası  Bardi'de idi. Haftaya kimde, göreceğiz.

Genoa 2-0 Verona

Son haftalarda toparlanıp çıkışa geçen Genoa, iç sahada rakiplerine vurup geçse de deplasmanlarda sıkıntı yaşayan Verona'yı rahat yendi. İlk yarıda rakibini kıstıran ve boğmaktan beter eden ev sahibi, takımın form tutmasıyla beraber ateşlenen tribün eşliğinde altı dakikada iki gol bulup ilk yarıyı 2-0 önde kapadı. İkinci yarıda da zorlanmadan savunma yaptı Genoa ve maçı rahatça kazandı. Hoca değişiminden sonra yukarılara tırmanmaya başladı Cenova ekibi. Son beş maçta dördüncü galibiyet bu ve 7. sıraya yerleştiler. Gilardino attığı altı golle takımı taşıyor. Verona ise iç sahadaki ürkütücü performansının küçük bir kısmını bile yansıtamıyor deplasman maçlarına. kendi evinde 6/6 harika bir başarı ama daha yukarı tırmanmak istiyorlarsa deplasmanlarda daha dirençli olmalılar.

Chievo 0-0 Milan

Futbol tarihi boyunca oynanmış en kötü maç. Ligin dibine kamp kuran bir Chievo ve deplasmanlarda henüz bir galibiyeti bulunmayan Milan.. Maçın tek pozitif yanı, ev sahibindek, maç sonrası gerçekleşen teknik direktör değişimi sanırım. Aynısını Milan için de umuyorum. Galliani/Allegri ikilisi, birbirini istemeyen ama ''ayrılalım'' diyen tarafta olmaktan kaçınan çift gibi. Uzun yıllardir Milan'ın bu kadar kötü oynadığını, bu kadar kötü bir sezon geçerdiğini görmemiştim. Tabii, kadro kalitesi eskisi gibi değil ama bu takım 10. sıradan fazlasını hak ediyor. Ama bu hak ettiğini Allegri ile alamaz takım, bir ayrılık gerçekleşmeli artık. Her şeyi geçtim, altı deplasman maçından sadece üç puan toplanması kabul edilebilir bir şey değil. 2011'de şampiyonluğu getirse de, şu sıralar takıma zarar veriyor hoca. Gitmeli..

Atalanta 2-1 Bologna

İç sahada etkili performanslar sergileyen Atalanta, formda Bologna'yı son dakikada devirdi. İki dişli ekip olunca, maç da oldukça sıkı, keyifli ve sert geçti. İlk yarı bu sertlik sonucunda 0-0 sona erdi. İkinci yarıda ise kilidi Bologna kalecisi Curci, hatasıyla açtı. Brivio'nun oldukça uzaktan çektiği zayıf şutu engelleyemedi ve tabela ev sahibi lehine değişti. Ama golden hemen sonra Bologna, Bianchi ile eşitliği sağladı. 90. dakikada ise, U-20 Dünya Kupası'nda da boy gösteren Livaja, yine kaleci hatası olsa da güzel bir vuruşla galibiyeti getirdi. İç sahada rakiplerini bayağı sıkıntıya sokuyor Atalanta. Azzurri d'İtalia'da bu sezon şimdiye kadar tek mağlubiyetleri var. Hücum hattı nispeten iyi olsa da, bu sezon da orta sıralarda sürekli dolaşacaklarmış gibi görünüyor. Bologna ise son üç maçtan yedi puan çıkarıp ve hatta gol yemeden Atalanta deplasmanına geldi ama kaleci Curci'yi tesislerde bırakıp gelseler daha iyi olurmuş. İki golde de hatası var.

Roma 1-1 Sassuolo

Aslında Roma için son iki maç ile ''mevsim normallerine dönüyor'' diyebiliriz. Torino deplasmanı ve içeride Sassuolo maçı, iki beraberlik. Hem de öne geçtikten sonra yenilen gollerle.. Kısıtlı ama dirençli Sassuolo karşısında da son dakikada beraberliğe razı oldular. Maça da iyi başlamışlardı, 20. dakikada konuk ekipte Longhi kendi kalesine atınca öne de geçtiler ve bütün maç bu skoru koruma telaşı, stresiyle oynadılar. 90+4'te de bedelini ödediler; karambolde önünde kalan topu sert bir vuruşla ağlara gönderen Sassuolo'nun formda oyuncusu Berardi, bir puanı takımına getirerek, takımın düşme hattının hemen üzerinde haftayı kapatmasını sağladı. Son beş maçta sadece bir kez kaybetti ligin yeni ekibi ve gittikçe de yükseliyorlar. Roma'da ise son dakikada yenilen golden sonra kameralar Totti'yi gösterdi. Kaptanın suratındaki ifade her şeyi anlatıyordu. Liderlik stresi, şimdilik Roma'ya ağır geldi.

Parma 1-1 Lazio

Orta sıraların vazgeçilmezi Parma da evinde deplasman fakiri Lazio ile berabere kaldı. Oldukça sıkıcı geçen ilk yarı 0-0 sona erdi. İkinci yarıda sahneye Lazio'nun 18'lik gencosu Keita çıktı; şık iki çalımla defans ve kaleciyi geçip topu boş ağlara bırakan genç oyuncu ile konuk ekip öne geçti. Ancak 10 dakika sonra, kornerde yükselen Parma'lı Lucarelli sonucu belirledi. Lazio için bu maçta söylenebilecek tek iyi şey, 18 yaşındaki Keita'nın gol atması.. Aylardan Kasım ve hala deplasman galibiyeti bulunmuyor başkent ekibinin. Ayrıca son üç maçta da galibiyet yüzü göremediler. Teknik direktör Petkovic konusunda homurdanmalar artıyor, ligde bu sezon kovulan 5. hoca ünvanını kapabilir. Parma ise evindeki dirençli oyunuyla puanları topluyor ve orta sıralarda takılıyor. Onlar da Atalanta gibi 10. sıra veya çevresinde bitirecektir sezonu.

Cagliari 2-1 Torino

Son haftaların bir başka sıkıntılı takımı da Cagliari'ydi. üç maç üst üste kaybeden ev sahibi, bu maçta sağlam oynayıp, her ne kadar pozisyona giremese de üç puana uzandı. İlk yarı ve ikinci yarı sonlarında Conti'nin ayağından gelen iki frikik golü(ikincisi bayağı iyi) ile düşme hattından uzaklaştılar. Ev sahibinin forvet hattı daha iyilerini vaat ediyor ama takım bunu pek beceremiyor. Cossu-İbarbo ikilisi, iç sahada sıkıntı çıkarabilecek bir ikili. Bunu daha çok kullanmaları lazım. 'Beraberlik' kelimesinin sözlükteki karşılığı olan Torino ise bu maçta bir puanı alamadı ve 7. beraberliğine ulaşamadı. Formsuzluğun diplerinde sürünüyorlar, yanılmıyorsam son dokuz maçta galibiyetleri yok ama beraberliklerle düşme hattının üzerinde tutunuyorlar. Bu sene benim düşme adaylarımdan birisi Torino. Umarım, bu maçta da golünü atan İmmobile'yi Serie A'da bir takıma bırakıp düşerler.

Juventus 3-0 Napoli

Haftanın maçında ise gülen taraf, son haftalarda çıkışa geçen Juve oldu.  Bu maçla beraber üst üste dördüncü galibiyetini alan ev sahibinde neredeyse her oyuncu çıkışa geçmiş durumda, Buffon dahil. Maçta her ne kadar ilk gol ofsayt olsa da, Juve maçı sonuna kadar hak etti. Pirlo'nun frikik golü yine şahaneydi, ama asıl olay Pogba'nın muazzam vuruşuydu; ceza yayında topu kontrol edip, topu kaldırıp direkt kaleye gönderen genç Fransız, bence ''Avrupa'da Haftanın Golü'' ödülünü aldı. Napoli ise son üç deplasman maçında sadece bir galibiyet alarak puan tablosunda Juve ile Roma'nın biraz gerisine düştü. İyi oynuyorlar ama önemli deplasmanlara bu performansı bir türlü yansıtamıyorlar. Mazzarri hocamı bu konu özelinde arıyorlar diyebilirim.

Not: Pogba'nın golü: http://imgur.com/9gppaI1

Fiorentina 2-1 Sampdoria

Ligde ilk üçlüyü arkadan takip eden Fiorentina, Sampdoria engelini Rossi'nin iki golüyle geçti. Artemio Franchi'de adeta rakiplerinin kafasını cama sıkıştıran ev sahibi, Sampdoria'ya da aynı tarifeyi uyguladı ve ilk 20 dakikada Rossi'nin golleriyle maçı kopardı. Bu maçla beraber son beş maçta 4. galibiyetini alan Fiorentina, İnter ile birlikte ön üçlüyü(Roma-Juve-Napoli) izliyor. Bu konuda en büyük katkı ise Giuseppe Rossi ve Cuadrado'dan geliyor. Rossi, 11 golle en yakın rakibinden üç gol önde gol krallığı yarışında lider ve oyunu yönlendirme konusunda da takımı çok iyi taşıyor. Cuadrado da kanat oyunlarındaki etkisiyle ve içeri kat edişleriyle Rossi'nin en büyük yardımcısı konumunda. Onunda dört golü bulunuyor. Bir ara çıkışa geçse de bu maçla beraber son üç maçını da kaybetmiş olan Sampdoria ise, 18. sıraya geriledi. Pozisyon üretmekte büyük sıkıntı yaşıyorlar, genco forvet Gabbiadini'ye yazık oluyor.

Milli maç arasından sonra devam edecek olan Serie A'da 13. hafta programı ise şöyle:

Hellas Verona - Chievo
AC Milan - Genoa
Napoli - Parma
Livorno - Juventus
Sampdoria - Lazio
Sassuolo - Atalanta
Torino - Catania
Udinese - Fiorentina
Bologna - İnter
Roma - Cagliari

29 Ekim 2013 Salı

Serie A 9. Hafta Değerlendirmesi

Ligde gollü karşılaşmalar bu haftasonu da devam ederken, deplasman takımları için pek de iyi geçmeyen bir haftayı geride bıraktık. 10 maçın sadece dört tanesinde deplasman takımları gol atabildi, bunlardan Roma ile Fiorentina ise zorlansalar da üç puan çıkartmayı bildiler. Roma için serinin devamı açısından çok önemli bir galibiyetti. Ligin ilk üç sırası (Roma-Napoli-Juve) muhtemelen kopup gidecek ama keyifli bir şampiyonluk yarışı olacak, burası kesin. Ve evet, tabii ki Milan yine deplasmanda kaybetti. Hatta Allegri hala takımın başında.

İnter 4-2 Hellas Verona

Son üç maçını kazanamayan İnter, ligin yeni ve aynı zamanda flaş takımı Verona'yı rahat bir oyunla geçti. İlk yarıya etkili başlayan ev sahibi, üç dakikada iki duran top golüyle(Jonathan, Palacio) oldukça rahatladı. Martinho'nun farkı bire indirmesiyle hafif telaş yapsalar da uyuyan Verona defansının arasında Cambiasso'nun karambol golüyle ilk yarıyı 3-1 önde kapattılar. İkinci yarıda maçtaki üçüncü duran top golünü Rolando'yla bulan İnter aktif dinlenmeye geçti. Romulo'nun golüne engel olamasa da maçı 4-2 kazanan 'Engerek Yılanları',  üç maç aradan sonra kazanıp yine 4. sıraya yerleşti. Evinde geleni geçeni süpüren Verona ise, deplasmanlarda oynadığı etkisiz futbolla muhtemelen 3-4 hafta içinde orta sıralara gerileyecektir.

Sampdoria 1-0 Atalanta

Geçen hafta Livorno deplasmanından inanılması güç bir şansla üç puan çıkarıp ligin dibinden kurtulan Sampdoria, son üç maçını kazanan Atalanta'yı sıkıcı bir maç sonunda geçmeyi başardı. İlk yarısının bayağı sıkıcı geçtiği karşılaşmanın ikinci yarısına ev sahibi oldukça iyi başladı. 57'de de duran topta Mustafi'nin golüyle iyi oyunun ekmeğini yediler. Ancak golde ilginç bir ayrıntı vardı; ilk yarıda sakatlanan Bellini'nin yerine oyuna giren Constantin(John olanı değil, lütfen), Mustafi'nin kafa vuruşunda topu eliyle engellemeye çalışsa da beceremedi. Bu da hakemin gözünden kaçmadı ve Constantin kırmızı kartla oyun dışı kaldı. Kalan dakikalarda skoru koruyan Sampdoria, son iki maçından altı puan çıkarıp alt sıralardan biraz da olsa uzaklaştı. Üç maç aradan sonra kaybeden Atalanta ise, ligin orta sıralarında takılmayı sürdürdü.

Napoli 2-0 Torino

Geçen hafta başkentte bozguna uğrayan Napoli, beraberlik düşkünü Torino'yu rahatça geçip zirve takibini sürdürdü. Maça Higuain-İnsigne ikilisi ile tehlikeli başlayan ev sahibi, iki tane gayet ucuz penaltıyla maçın ilk 30 dakikasını 2-0 önde geçti. 30-45 arası ise Torino duran toplarla etkili olmaya çalıştı ama hakemin kan doğradığı ilk yarı bu skorla tamamlandı. İkinci yarıda ise özellikle Mertens ile tehlikeler yaratsa da gol bulamadı Napoli ve maçı rahat bir biçimde 2-0 kazandı, Roma ile arasındaki beş puanlık farkı korudu. Ligde beş maçtır kazanamayan Torino ise puan tablosunun alt yarısına doğru yol aldı.

Not: Maçın en güzel anları, Higuain'in gollerinden sonra yapılan anonslardı tabii ki. İnsanın San Paolo'da gol atası, tribünlere koşası geliyor.

Juventus 2-0 Genoa

Zirveyi takip etmeye çalışan, bunu yapmaya çalışırken pek de iyi oynamayan Juve, Genoa'yı rahatça geçti. Maça yine topu kontrol edip yüksek pas yüzdesiyle başladı ev sahibi. Ancak Juve Arena'daki ceza sahaları, diğer stadyumlardakilere göre büyük herhalde ki, ceza sahası dışında yapılan müdahaleyi penaltı olarak değerlendirdi hakem ve Vidal o çıkması mümkün olmayan vuruşuyla tabelayı değiştirdi. 10 dakika sonra ise Tevez şık bir golle farkı ikiye çıkardı ve maç da o anda bitti aslında. Kalan dakikaları rölantide geçiren Juventus, neredeyse terlemeden üç puanı aldı. Şampiyonlar Ligi'nden sonra böyle çerez bir maç muhakkak iyi gelmiştir onlara. Genoa için söylenecek pek fazla bir şey yok, dokuz haftada toplam iki galibiyetleri var ve düşme hattının hemen üzerindeler.

Catania 0-0 Sassuolo

Ligin formsuzluktan ölen takımlarından Catania, son haftalarda toparlanmış bir görüntü çizen Sassuolo ile golsüz berabere kaldı. Maç hakkında söylenecek fazla bir şey yok. ev sahibinin Gomez'in gidişinden sonra bir türlü oturtamadığı kısır hücumları ve Sassuolo'nun Floro Flores ile kontrataktan gol araması ile geçti mücadele. Geçen yıllardaki muazzam iç saha performansından oldukça uzakta bu sene Catania ve bu da bir süre daha devam edecek gibi görünüyor, çok kötüler. Geçen hafta ligdeki ilk galibiyetini alan ve bu maçla beraber son beş maçta sadece bir kez yenilmiş olan Sassuolo ise kapasitesinin sınırlarını zorlayarak ligde tutunmaya çalışıyor. Zaman zaman da keyif veriyorlar.

Chievo 1-2 Fiorentina

Formsuzluğun sözlükteki tanımı olan Chievo, evinde Fiorentina'ya ilk yarısı hariç kötü oynadığı bir maçın sonunda boyun eğdi. İlk yarı oldukça keyifliydi, iki taraf da kanat hücumlarıyla etkili olmaya çalıştı. Ev sahibinin golü de 13. dakikada kanat organizasyonu sonucu yapılan ortaya kafayı vuran Cesar ile geldi. Ancak ilk yarının sonuna doğru kontrolü almaya başladı Fiorentina ve maçın açık ara yıldızı olan Cuadrado'nun güzel golüyle devreye 1-1 girildi. İkinci yarıda ise komple Cuadrado rüzgarı esti. Chievo'nun sol tarafını helvaya çeviren Kolombiyalı, komik bir savunma hatası sonucunda durumu 2-1'e getirdi ve üç puanı Floransa'ya götürmeyi başardı. Bana göre muhtemelen Dünya'nın en sıkıcı sahasına sahip Chievo, ligin dibine demir atmış durumda ve bir türlü çapayı çekecek gücü bulamıyorlar. Muhtemelen bulamayacaklar da. Son dört maçı namağlup geçen Fiorentina ise oynadığı güzel futbolla üst sıralarda tutunmaya devam etti.

Bologna 1-0 Livorno

Diamanti haricinde Avrupa'da belki de en kötü futbolu oynayan Bologna, geçen hafta dünyaları kaçırıp maçı kaybeden Livorno'yu zorlansa da geçmeyi başardı ve 9. hafta sonunda ilk galibiyetini aldı. Maça hurra hücum ile başlayan ev sahibi, golü 13. dakikada Crespo ile buldu. Hayır, Hernan Jorge Crespo değil.  İlk yarıda Livorno'ya pek pozisyon imkanı da tanımadılar ve devreye 1-0 önde girdiler. Ancak ikinci yarıda Livorno'nun keyifli hücum hattı karşısında oldukça zorlandı Bologna. ''Yüreğimizin ağzımıza gelmesinden, ağzımızda yer kalmadı sayın seyirciler'' temasıyla ikinci yarıyı  bir şekilde atlattılar ve üç puanın tadını uzun süre sonra hatırladılar. Defanstaki hatalarının önüne bir türlü geçemeyen Livorno ise 15. sıraya geriledi.

Parma 3-2 Milan

İç sahada keyifli maçlar çıkaran Parma, ben dahil bütün taraftarlarını kahreden ve bir türlü düzelme emareleri göstermeyen Milan'ı son dakikadaki harika frikik golüyle 3-2 geçmeyi başardı. İlk yarı ise, Milan adına faciadan öteydi. Parma, 45 dakika boyunca rakibinin kafasını cama sıkıştırdı adeta. Bunun karşılığını da Parolo ve Cassano'nun golleriyle gördüler. Devre arası Twitter'da #Allegriout hashtag'i bolca kullanıldı tabii ki. İkinci yarı ise Milan biraz hareketlendi ama üç dakika içinde 2-2'yi bulmaları kendilerinin iyi oyunu değil, Parma'nın defansif hatalarından kaynaklanıyordu. Doğal olarak bu Parma'nın oyununu bozdu ve Milan yüklenmeye başladı. Kaka'nın 83'te kaçırdığı pozisyon kırılma noktasıydı. Tam ''Neyse, bir puan da fena değil belki toparlanırız.'' diye düşünürken, Parolo 90+5'te frikikten yazarak Milan taraftarlarının bir kısmının ömründen çaldı. Orta sıraların müdavimi olan Parma, bu galibiyetle haftayı 8. sırada kapadı. Milan için ise artık ne desek boş. Ama durumun ne kadar içler acısı olduğunu şu şekilde izah edebilirim sanırım; dokuz hafta sonunda takımın deplasman galibiyeti yok. Allegri, lütfen git.

Udinese 0-1 Roma

Geçtiğimiz hafta Milan deplasmanında fena oynamayan Udinese, dünyaları kaçırdığı maçta ikinci yarıda 10 kişi kalan Roma'ya kaybetti. Maça gayet iyi başlayan ev sahibi, Muriel ve Di Natale ile hücumda harikalar yarattı ancak son vuruşlar yetersiz kaldı. Muriel'in De Sanctis'in üzerinden bıraktığı topu kayarak çizgiden çıkaran Castan'ın pozisyonu ise görülmeye değerdi. İkinci yarıda Maicon'un ikinci sarıdan atılmasıyla iyice Roma'yı kıstıran Udinese, Di Natale'nin normalde atacağı pozisyonları değerlendirememesiyle bir türlü golü bulamadı. 82'de ise, maçın kahramanı ortaya çıktı; 'Ender gelişen Osasuna atakları'ndan birinde, yaydan gelişine vuran Bradley, sakatlığının dönüşünde takımını kurtardı ve serinin devam etmesini sağladı. Golden sonraki sevinç ise muazzamdı. Bu sezon evinde ilk kez mağlup olan Udinese, eski güzel günlerinden biraz uzakta, orta sıralarda takılıyor. Ligin muhtemelen bug'ını bulan ve kimselere haber vermeyen Roma ise, dokuz hafta sonunda 23 atıp sadece bir gol yiyerek kayıpsız liderliğini sürdürüyor. Muhtemelen de sürdürmeye devam edecek.

Lazio 2-0 Cagliari

Ligde inişli çıkışlı bir grafik çizen Lazio, deplasman fakiri Cagliari'yi çok rahat geçti. Maçın ilk yarısı hiperaktif bir çocuğun bile uyumasını sağlayabilecek derecede düşük tempolu geçti. İkinci yarıda ise vurup geçmeye kararlı ev sahibi, beş dakika içinde üstat Klose ve penaltıdan Candreva ile 2-0 yapıp maçı aldı. Evindeki 5. maçında 4. galibiyetini alan ve iç sahada namağlup olan Lazio, haftayı 7. kapatarak biraz toparlandı. Ama işin deplasman kısmında hala sıkıntıları var. Dışarıda daha sağlam oynayıp puanlar toplayamazlarsa Avrupa kupaları şansı da kaçar, tartışılan teknik direktör Petkovic de kovulur. Cagliari ise içeride oynadığı sert futbolu deplasmana yansıtamayınca düşme hattının üzerinde takılmaya mahkum hale geliyor. Beş deplasman maçında da galibiyet alamadılar. İvo Pulga hocanın koltuğu sallanmaya başladı.

Not: Bu hafta da bol bol gol atıldı. 10 maçta maç başına 2.3 gol ortalaması yakalandı. Artık Serie A o kadar da sıkıcı değil, izleyin, izletin.

10. hafta maçları ise hafta içi oynanacak. Program şöyle:

Atalanta - İnter
Cagliari - Bologna
Fiorentina - Napoli
Genoa - Parma
Juventus - Catania
Livorno - Torino
Milan - Lazio
Sassuolo - Udinese
Roma - Chievo
Hellas Verona - Sampdoria

21 Ekim 2013 Pazartesi

Serie A'da Haftanın Değerlendirmesi

Serie A'da 8. hafta geride kalırken, maçların küçük küçük değerlendirmelerini her pazartesi yapma konusunda hevesli olan ben, ancak bu hafta ''eh hadi yazayım'' moduna girebildim. Roma'nın galiba ligin bug'ını bulduğu, Takımların yılların ''İtalya'da gol olmuyor abi ya!'' klişesini yıkmaya bayağı hevesli göründüğü bu sezonun çoğu maçı da oldukça keyifli geçiyor. Maç başına 3.5 gol gibi yüksek bir ortalama(özellikle Serie A için) ile kapanan haftada, oldukça önemli maçlar oynandı. Hatta Fiorentina - Juventus, unutulmaz maçlar arasında yerini aldı şimdiden.

Roma 2-0 Napoli

Liderin takipçisini ağırladığı maçta Roma, Napoli'yi sağlam bir oyunla geçmeyi başardı. İlk yarının büyük kısmı oldukça sıkıcı geçti. 36'da Pandev'in De Sanctis'i geçen şutunu çizgide De Rossi'nin çıkarması, Napoli için bir dönüm noktasıydı. Çünkü sonrasında Pjanic sahneye çıkacaktı; ilk yarının sonunda harika bir frikik ve 71'de penaltı golüyle galibiyeti getiren Bosnalı, Roma'nın sekiz hafta sonunda 22 gol atıp ve bir(evet 1) gol yiyerek ligde kayıpsız devam etmesine muazzam bir katkı yapmış oldu. Rudi Garcia'nın ekibi, sanırım CM 03-04'teki diablo taktiği gibi bir şey buldu, bu performansın başka bir açıklaması yok çünkü.

Cagliari 2-1 Catania

Ligin birbirinden formsuz iki takımını karşı karşıya getiren maçta, rakibinin 10 kişi kalmasını iyi değerlendiren Cagliari üç puanın sahibi oldu. Ancak maça iyi başlayan taraf Catania'ydı. 5. dakikada Bergessio ile öne geçseler de, 26'da İbarbo'nun güzel golüne engel olamadılar. 40. dakikada veteran Legrottaglie'nin atılması ile maçın kontrolünü Cagliari'ye verdiler. İkinci yarı boyunca nispeten etkisiz ataklarla gol arayan ev sahibi, 84'te vasat forvet Pinilla ile maçı kopardı ve ilk haftanın ardından girdiği galibiyet orucuna noktayı koydu. Catania ise rezil deplasman performansını istikrarlı bir şekilde devam ettirip düşme hattının hemen üstüne haftayı kapadı.

Milan 1-0 Udinese

Finansal açıdan kemer sıka sıka beli sakatlayıp inzivaya çekilen Milan, oldukça zorlandığı maçta Udinese'yi geçmeyi başardı. Takımın geri kalanına göre oldukça formda olan Birsa ile maçın ilk bölümünü iyi oynayan ev sahibi, 22'de yine Birsa'nın harika golüyle öne geçti. Ancak ikinci yarıda Udinese oldukça etkiliydi. Di Natale'nin frikiğinin direkten döndüğü, Muriel'in son paslara ve vuruşlara kadar etkili oynadığı bir ikinci yarıyı şansının yardımıyla bertaraf eden Rossoneri, bu galibiyetle 8. sıraya yükselmiş oldu. Başka önemli bir nokta ise; Kaka'nın forma giymesiydi. Ve evet, Allegri ne yazık ki hala takımın başında.

Atalanta 2-1 Lazio

Evinde genel olarak iyi performans gösteren Atalanta, Milan'dan daha formsuz durumda olan Lazio'yu son 10 dakikada geçebildi. Orta sıralar için iyi sayılabilecek bir hücum potansiyeline sahip olan ev sahibi, sıkıcı geçen ilk yarının sonunda, hala niye daha üst bir takımda oynamadığını anlayamadığım Luca Cigarini'in şık golüyle öne geçti. İkinci yarıya skoru korumak için girseler de, saçma bir defans hatası sonucunda Perea'nın golüne engel olamadılar. Ancak, facia Lazio defansı sayesinde 84'te tecrübeli forvet German Denis'in golü ile maçı kazanmasını bildiler. Bu galibiyet ile Lazio'yu puan cetvelinde altına alan Atalanta, ligde son üç maçını kazanmış oldu. Deplasmanda daha kazanamayan Lazio ise, son üç maçtır galibiyet yüzü göremiyor. Teknik direktör Petkovic için tartışmalar başladı bile.

Sassuolo 2-1 Bologna

Ligin düşmeye en yakın ekibi olarak gösterilen Sassuolo, ilk yarıdaki etkili oyunuyla Bologna'yı geçmeyi başararak ligdeki ilk galibiyetini almış oldu. Maça etkili başlayan ev sahibi, 12. ve 17. dakikalarda Berardi ve Floro Flores(evet güzel bir soyadı, biliyorum)'in attığı gollerle rakibini komaya soktu. 33'te amatörce bir hata sayesinde penaltı golü bulsa da, Bologna maç boyunca Sassuolo defansını aşamadı ve sekiz hafta sonunda ''galibiyetle tanışamayan tek Serie A takımı'' madalyasını onurla taşımaya hak kazandı.

Genoa 2-1 Chievo

Fena kadrosu olmamasına rağmen bir türlü bekleneni veremeyen dengesiz Genoa, Gilardino sayesinde Chievo karşısında maçı aldı. Maça gayet etkili başlayan ev sahibi, 22'de tecrübeli golcü Gilardino ile öne geçti. İlk yarıyı bu skoru koruyarak kapasalar da, ikinci yarının hemen başında Bentivoglio'nun golüne engel olamadılar. Golün akabinde, üç dakika sonra Gilardino tekrar takımını öne geçirdi ve 8. hafta sonunda takımının ilk iç saha galibiyetine ulaşmasını sağladı. Chievo ise ligin dibine demir atan Bologna'nın hemen üstünde can çekişmeye devam etti.

Livorno 1-2 Sampdoria

Bir zamanların asansör, şimdinin ise ligde 'yine' tutunmaya çalışan takımı olan Livorno, dünyaları kaçırdığı maçta saçma hatalar sonucunda Sampdoria'ya mağlup oldu. İlk yarıyı çılgın goller kaçırıp, bir de Sampdoria'ya penaltı ikram ederek geçen ev sahibi, ikinci yarıya da harika başladı. büyük emek sarfedip eşitliği sağlasalar da, rakiplerine yine amatörce hatanın ürünü olan bir penaltı ikram ederek maçtan boynu bükük ayrıldı. Sampdoria ise bu galibiyetle birlikte ligde üç puanla tanışmış oldu ve küme düşme hattından bir haftalığına da olsa kurtuldu.


Fiorentina 4-2 Juventus

Bu haftanın en keyifli, hikayesi muazzam maçı buydu. İki yıldır ligi sürklase eden, tüm rakiplerinin içinden geçen yetişkin bir Juventus karşısında 0-2'den geri gelmek, hem de sadece 15 dakikada geri gelmek, her yıl göreceğimiz bir olay değil. Ama Mor Menekşeler bunu başardı. Tevez'in penaltı golü ve defans hatası sonucu Pogba'nın golü ile geriye düştüler, aslında ben dahil çoğu kişi de ''maç bitti artık'' diye düşünüyordu. Ama Giuseppe Rossi'nin daha farklı planları varmış. Son yarım saatte muazzam oynayan  Rossi, maçı Conte'nin ellerinden alıp, üç puanın Artemio Franchi çimlerinde kalmasını sağladı. Hat-trick yapması bir yana, liderliğiyle dağıttı Juve'yi İtalyan yıldız. Zaten 2-2 olduktan sonra dağılan rakibini, Cuadrado-Valero-Joaquin triosunun yardımlarıyla yıktı(Gerçi 2. golde Buffon'un hatası vardı, o ayrı). Bu galibiyetle Juve'ye bu sezonki ilk yenilgisini tattıran Fiorentina, 6. sıraya yerleşti.

Hellas Verona 3-2 Parma

Ligin yeni ekibi olmasına rağmen, özellikle iç sahadaki performansıyla lige üst sıralardan giriş yapan Verona, 1-2'den geri gelerek 3-2 maçı almasını bildi. Maça iyi giren ev sahibi, Cacciatore ile golü buldu. Ancak 15 dakika sonra Cassano'nun hışmı sonucunda 2-1 geriye düştüler. İkinci yarıda oyunu nispeten rakip sahaya yıkıp gol arayan Verona, formda oyuncusu Jorginho'un son yarım saatteki iki penaltı golüyle üç puana uzandı. Bu önemli galibiyetle Verona 4. sıraya yükselip oraları karıştırmaya devam ederken, Parma çok atıp çok yiyen görüntüsüyle 13. sıraya geriledi.

Torino 3-3 İnter

İç sahada etkili performanslar ortaya koyan ve beraberliği çok seven Torino, haftanın kapanış maçında son dakikada attığı golle İnter'den bir puan çalmayı başardı. Maça 5. dakikada Handanovic'in atılması ve verilen penaltı ile buz gibi girdi konuk ekip. Yedek kaleci Carrizo'nun kurtardığı penaltı bir nebze rahatlatsa da, defansın uyuduğu anda Farnerud'un cezayı kesmesiyle geriye düşen İnter'in imdadına Torino kalecisi Padelli yetişti; Hatalı çıkış yapıp skorun dengelenmesine vesile olsa da, ikinci yarıda oyuna giren İmmobile skoru tekrar ev sahibi lehine çevirdi. Ancak sahneye yine Padelli çıktı; yine rahat alacağı topu sektirip Palacio'nun durumu dengelemesine neden oldu. Formda Arjantinli'nin  Stadio Olimpico di Torino'yu yasa boğan 3. golüyle beraber krize giren Torino'yu, oyuna yine sonradan giren Bellomo kurtardı. Yine de şu sıralar ligin formsuz ekiplerinden biri Torino. Dört haftadır kazanamıyorlar ama kolay da kaybetmiyorlar. Mutlaka toparlanacaklardır. Ancak İnter'in ilk üç sırayı kovalama hayalleri bu gidişle suya düşebilir.

Serie A'da haftaya program şöyle:

Sampdoria - Atalanta
İnter - Verona
Napoli - Torino
Bologna - Livorno
Catania - Sassuolo
Chievo - Fiorentina
Juventus - Genoa
Parma - Milan
Udinese - Roma
Lazio - Cagliari

16 Eylül 2013 Pazartesi

Galatasaray | Ters Giden Ne?

Lige durgun başlayan, üç maç üst üste berabere kalan bir takımı eleştirmek pekala mümkündür. Hatta güzel ülkemin kıraathanelerinde çoktan asıp kesmeler başlamıştır. Ya da; ''İki zorlu deplasman üst üsteydi, yine de iyi atlatıldı. Antalyaspor maçı bir kazaydı.'' tarzı bir düşünce ile, yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamış sorunlar göz ardı edilebilir. Bu iki tarz yaklaşım ile takımı değerlendiren çok sayıda insan var şu sıralar. Asıp kesme kısmını geçersek, takımı belirli noktalar doğrultusunda eleştirmek gayet doğal.


Takımı sadece televizyondan izleyip eleştirmek yerine, Antalyaspor maçında Türk Telekom Arena'ya giderek bir de çıplak gözle izledim ve kafamda birkaç sorun oldukça netleşti: Temposuzluk, rotasyon oyuncularının kalite yetersizliği ve en önemlisi; dizilişle birlikte vücut bulan takım olarak defans sorunu..

4-3-1-2 ve Defans

Geçtiğimiz sezon, devre arasında Sneijder ve Drogba'nın transfer edilmesiyle uygulanmaya başlanan ve alışma süresini göz ardı edersek gayet iyi kotarılan bir 4-3-1-2 vardı. Özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarında, orta üçlüye gerekli yardımları getiren ön bölge oyuncularıyla beraber takım halinde yeterli bir savunma söz konusuydu. Orta üçlü de rakibin hücum yaptığı tarafa gerekli kaymaları düzgün ve kademeli bir biçimde yapınca, ligin ilk yarısındaki durgun Galatasaray yerini keyifli bir takıma bırakmıştı ve ŞL'de çeyrek final, ligde şampiyonluk gelmişti. Ancak bu sezon başlangıcı, geçen sezonun ikinci yarısında yakalanan havadan bir hayli uzakta. Bunun gözle görülür en önemli sebebi ise diziliş gibi duruyor. 4-3-1-2, defans kısmı nispeten kuvvetli, atletik ve hücuma da gerekli katkıyı yapabilecek yetenekli bek oyuncularıyla işleyen bir sistemdir. Orta üçlünün, rakip kanatlardan hücum ettiği takdirde kademeli ve doğru kaymalarla beklere yardım etmesi, bu sistemde elzemdir. Öndeki üçlünün de savunmayı önde başlatması, gerekli presleri yapması ve kademeli olarak topun arkasına en az iki kişi olarak geçmesi, sistemin işleyişinde önemli olan bir başka noktadır. Ancak bu sene başlangıcında Galatasaray'da, bunların neredeyse hiçbirini tam olarak göremedik. Özellikle öndeki üçlünün defans konusunda gerekli yardımları yapmaması ve beklerin formda olmayışı(Eboue)/yetersizliği(Balta), takımın akordunun bozulmasındaki en önemli etkenler.  Ne Burak, ne de Drogba önde baskıyı ve sürekli olarak defans yapmayı seviyor. Sneijder'in de devamlı olarak geriye yardım etmemesi, orta üçlünün fazladan yorulmasına ve top kapma/hücum şekillendirme süresinin uzamasına neden oluyor. Drogba-Sneijder-Burak üçlüsünün bu sistemde bir arada oynaması da, az önce belirttiğim sorunlar çerçevesinde takıma oldukça sıkıntı yaratıyor.  Çözüm kağıt üzerinde basit; kanatlı sisteme dönüp tek forvette ısrarcı olmak. Ancak bu üçlünün adeta 'kesilemez' olması, diziliş değişikliğinin önüne geçiyor. O zaman bir diğer çözüm olarak Burak'ın kanatta, Trabzonspor'daki rolüne bürünüp 'gizli forvet' olarak görev alması akla geliyor. Her ne kadar Hamit gibi defansif özellikleri olmasa da, Eboue'nin önünde çok fazla sırıtmaz Burak, defans açısından. Dörtlü defans önü de Melo-Selçuk, forvet Drogba ve arkası Sneijder, solda Bruma ile takım yağ gibi akabilir. Ancak yukarıda belirttiğim negatif noktalar pozitife dönerse, 4-3-1-2 ile günü kurtarmak mümkün olur yine.

Temposuzluk

Aslında bunun başlıca nedeni, takımın yaş ortalamasının yüksek olması. En basiti: 4-3-1-2'li ideal bir Galatasaray 11'inde, Semihten sonra en genç oyuncu 27 yaşında. Bruma gelmeden önce, takımda topu alıp giden, hızıyla mesafe kat eden ve adam eksilten oyuncu, kağıt üzerinde bir tek Amrabat'tı. Yerlerde sürünen performansına rağmen, o oyuna girince kanatta bir pas opsiyonu oluyor ve bu takıma olumlu anlamda yansıyordu. Ancak sadece PES'te gördüğümüz, adamın içinden geçme denemeleri, sol kanattan saçma kamikaze dalışları  ve muazzam bonservis bedeli sonucunda takımda istenmeyen adam ilan edildi. Sonuç olarak elde avuçta sadece Bruma var bu konuda. Antalyaspor maçında da gördük; Sabri ve Bruma oyuna girince takım toparlandı ve fena hücum organizasyonları ortaya çıkmadı. Burak'ın kafası maçta olsa belki de Galatasaray üç puanı alacaktı. Ancak Bruma-Sabri oyuna dahil olmadan önce ya stoperler pası beklere verip onlar orta sahaya aktarıyordu, ya da direkt toplarla Drogba'yı duvar olarak kullanmaya çalışıyordu takım. Bu her maçta uygulanıyor ve sonuç vermiyor. Takım yavaş kalıyor, bireysel olarak çaba sarfetmedikçe gol bulmak çok zor hale geliyor. Bruma bu konuda güzel bir hamle ama tek başına ne kadar yeterli olacaktır, soru işareti. Kötü kadro mühendisliği, yabancı sınırı ve gerekli hamlelerin yapılamaması sonucunda eldeki oyuncularla bir şey yapmak gerekiyor. Bunun en güzel çözümü de, kanatlara yönelip oradan tempo yapmak.  'Genç' ve hızlı olarak nitelendirebileceğimiz bir tek Bruma var ve sağ kanatta Hamit çok yavaş kalıyor. Hamit de yedeğe çekilip, az önce belirttiğim Burak(gizli forvet) ya da, Sabri seçeneği düşünülebilir.

Kadro Derinliği Sorunu

'Nasıl olsa yabancı sınırlaması problemi çözülür' mantığı doğrultusunda sürekli yabancı futbolcu arayarak(Bruma, Farfan, Nani vs.) geçen bir yaz transfer döneminden sonra Galatasaray yerli rotasyonu sıkıntısı oldukça büyük. Yabancı sınırlamasının, inanılmaz rahatsız edici bir kambur olduğunu belirtmekle beraber, mevcut kural bu ve buna göre transfer yapılması gerekiyordu.  Türk futbolcu kalitesi oldukça düşük ama 'el mahkum' olduğundan, gerekli bölgelere yerli oyuncu takviyesi elzemdi. Ancak, pek çaba sarfedilmedi bu konuda. En basit örneği yine Antalyaspor maçı: Selçuk, Sneijder ve bu sene kötü oynadığını kabul ettiğim ancak geçen sene neden eleştirildiğini bir türlü anlamadığım Hamit'in yokluğunda Emre, Engin ve Amrabat 11'deydi. Takım sanki şampiyonluk maçıymış ve yenilirsek elden gidiyormuş gibi panik ve dağınık oynadı. Boşa çıktıklarında bile hızlı ve düzgün pas akışını sağlayamayan Emre ve Engin ile özgüveni yerlerde olan bir Amrabat, şu an Galatasaray'da yedek olacak kapasitede bile olmadıklarını gösterdiler. Keza Hakan'ın alternatifsizliği, Erman ve Kazım'ın gönderilişi, bu sorunu iyice gün yüzüne çıkardı. Takımda sol bek, orta saha ve kanatlarda yerli rotasyon sıkıntısı mevcut ve bu kadar pozisyon için bu kadar sıkıntı, cidden çok fazla. Mesela, Cenk Şahin, Kerim Frei, Serdar Taşçı, Sefa Yılmaz, Atila Turan gibi seçenekler düşünülebilirdi. Seçenekler dahilinde olmalıydı.. 

Bu sorunlar doğrultusunda takımı eleştirmek gayet doğal. Günü kurtaracak çözümler dediğim gibi mevcut, ancak yaş ortalaması ve temposuzluk sorunu birkaç yıla yayılabilecek bir şey. En geç 2-3 yıl içinde kadroya tekrar ciddi katkılar yapmak gerekecek ve o güne kadar günü kurtaracak çözümlerle yama yapılıp başarı sağlanması olasılıklar dahilinde. Ayrıca, takımın istediğinde 4-3-1-2'yi pek olası gözükmese de kotardığını gördük. Real Madrid ve Beşiktaş maçı ile yükselişe geçilebilir. Geçtiğimiz iki sezona da durgun başlamıştı Galatasaray ve bir patlama noktası yakalayıp sezonun geri kalanını muazzam geçirmişti. Ancak yukarıda belirttiğim sorunlar, yavaş yavaş oluşan ve birkaç dönem içerisinde çözülmesi gereken sorunlar. İki sezondur iyi yönetilen ve başında Fatih Terim'in olduğu bir takımın da, bu sorunları önümüzdeki 1-2 yılda kılçıksız bir biçimde aşacağını düşünüyorum.








20 Haziran 2013 Perşembe

U-20 Dünya Kupası | Bu Çocuklar Olur(2)

Maykel Reyes | Küba

Ülkesinin Pinar Del Rio takımında kariyerini devam ettiren Reyes, Küba U-20 takımının en önemli iki kozundan biri. Takımın Dünya Kupası'na gelmesinde büyük katkısı bulunan genç Kübalı, U-20 CONCACAF Şampiyonası'nda üç gol, ve bu turnuvanın eleme maçlarında da üç gol atarak takımın en skorer oyuncusu oldu. Turnuvadaki diğer yıldız adayları arasına koymakla beraber, geri kalmış Küba futbolu nedeniyle pek tanınan bir oyuncu değil Reyes. Yetenek avcılarının bol bulunması sebebiyle, bu turnuva çok önemli onun için.

Atletik özelliklerini, hızı ve nispeten iyi bitiriciliği ile harmanlayan Reyes, yaptığı presle ve defans arkası koşularıyla rakip defansı yıpratıcı özelliğe sahip. Bu özellikleri sayesinde kolay marke edilemeyen bir yapıda ve bunu sadece forvet pozisyonunda değil, kanat pozisyonunda da değerlendirebiliyor. İki ayağını da etkin kullanması, onun için bir başka artı. Her ne kadar bu olumlu özelliklere sahip olsa da, top tutabilme, sırtı dönük oynayabilme gibi meziyetlerden yoksun. Bu da, tek forvet oynarsa sıkıntı çekeceğine bir işaret. Zamanla kanat forvet pozisyonuna kayarsa, ileriki yıllarda oynayacağı takımlara daha büyük katkılar sağlar.

Corey Gameiro | Avustralya

Terry Antonis'in şok sakatlığı sonrası Avustralya'nın elinde avucunda kalan yegane yıldız adayı olan Corey Gameiro için bu turnuva, daha farklı anlamlar barındırıyor. Ülkesinde çeşitli takımların genç seviyesinde oynadıktan sonra 2009'da Fulham'a transfer olan Corey, her sezon farklı bir takımda kiralık oynayıp bekleneni veremeyen birçok genç oyuncudan biri. Umduğunu bulamayan Fulham'ın kontratını uzatmaması sonucu da bu turnuva, Gameiro için hayati önem taşıyor. Kendisini gösterip iyi bir takıma imza atması onun için elzem görünüyor.

Asya U-19 Şampiyonası'na damgasını vurup, takımın U-20 Dünya Kupası'na gelmesinde en önemli paya sahip Gameiro. Gruplarda üç gol atsa da, onun asıl parladığı yer, çeyrek finaldeki Ürdün maçı oldu. O maçta hat-trick yaparak takımının U-20 Dünya Kupası biletini almasını sağladı. O turnuvada hızı, bitiriciliği ve çabukluğu ile ön plana çıkan Gameiro'nun teknik kapasitesi de, bir forvet için yeterli düzeyde. Takımın pas akışına katılıp, top alıp dağıtabildiği için, Antonis'in olmayışının dezavantajlarını bir nebze olsun kapatacaktır. Eksi yönleri ise, fiziği ve ikili mücadeleleri sevmemesi. 1.76 boyuyla forvet pozisyonunda etkili kalabilmesi için  fizik kapasitesini önümüzdeki yıllarda arttırması gerekiyor.

Jairo Henriquez | El Salvador

Futbol sahnesinde pek de görmeye alışık olmadığımız El Salvador, Türkiye 2013'e katılarak ilk defa bir U-20 Dünya Kupası bileti aldı. Son yıllarda, komşu ülkelerinin seviyesine ulaşmak için altyapıya önem veren ülke, istediğini yavaş yavaş alıyor gibi gözüküyor. Bu takımda öne çıkan yegane isim ise, Jairo Henriquez.

Bir kanat oyuncusu olan Henriquez, daha çok sağ tarafı tercih ediyor. 1.73 boyuyla defans arasına süzülme konusunda çok başarılı olan genç oyuncu, hızı ve etkili top sürmesiyle takımına muazzam katkılarda bulunuyor. El Salvador'un, Panama'yı geriden gelip yendiği ve Türkiye bileti aldığı U-20 CONCACAF Şampiyonası maçında, iki gol atarak ülkesinde küçük kahraman ilan edilen Jairo için bu turnuva, kendisini gösterip transfer olma açısından büyük önem arz ediyor. O turnuvanın altın 11'ine de seçilen Henriquez'in eksi yönleri ise, top sürerken zaman zaman telaş yapması, kendisini yersiz stres altına sokması ve zamanla güçlenebilecek olsa da şu an yetersiz olan fiziği. Bu yönlerini de artıya çevirirse eğer, o harika sağ kanat meziyetleriyle beraber güzel kontratlara imza atacaktır turnuva sonrası.


Frank Acheampong | Gana

Gana'nın ele avuca sığmayan kanat oyuncusu Acheampong da, turnuva öncesi takım değiştirenlerden. Anderlecht'in iyi bir hamleyle Türkiye 2013 öncesinde kaptığı genç Ganalı, büyük bir gelecek vaat ediyor. Ülkesinde çeşitli takımlarda oynadıktan sonra, pek de sık görülmeyen bir rota ile Tayland'ın Buriram United takımına transfer olan Acheampong, burada yıldızını oldukça iyi bir şekilde parlattı. 2012-13 sezonu ikinci yarısını da Anderlecht'te kiralık geçirdi ve burada başarılı performans sergileyip kalıcı sözleşmeye imza atmayı  başardı.

Etkin bir şekilde kanatları kullanan genç Ganalı'nın en büyük özellikleri; mükemmel hızı, nispeten iyi top sürüşü ve etkili şutları. Çalımdan ziyade hızıyla adam eksilten bir oyuncu görünümünde olan Acheampong, gerekirse en uçta da oynayabiliyor. Sol ayağını etkin biçimde kullanıyor ve inanılmaz hızlı olmasına rağmen yere sağlam basıyor. Çoğu genç, kısa boylu ve hızlı kanat oyuncusuna nazaran oldukça iyi bir artı özellik bu. Nispeten iyi fiziğini de biraz daha geliştirirse, Anderlecht'ten daha yüksek seviyede takımlara iyi fiyata transfer olabilir.

Gerard Deulofeu | İspanya

Yıldız adaylarından bahsederken, İspanya özelinde Barcelona'nın altyapısından çıkan bir oyuncuyu konuşmadan olmazdı. Neredeyse, Hayat Bilgisi dersi gördüğü yıllardan beri Barcelona altyapısında oynayan Deulofeu, fiziği hariç komple bir kanat forvet oyuncusu niteliğinde. Lise çağlarında İngiltere'den teklifler alsa da Katalan ekibinde kalmayı tercih etmesi, onun için önemli bir artı oldu. Çok yönlü bir oyuncu olan Deulofeu, hücumda her pozisyonda görev alabiliyor. İki ayağını da iyi kullanıyor ve pozisyon değiştirmede de oldukça başarılı. Top sürme konusunda kusursuza yaklaşabiliyor. Şut ve pas meziyetleri, Barcelona altyapısında yetiştiğinden dolayı çok iyi seviyede.

Tek eksisi olarak nitelendirebileceğimiz fizik eksiğini ise, teknik özellikleri ve doğru pas tercihleriyle kıran Deulofeu, Barcelona'nın gelecekteki yıldızları arasında gösteriliyor. Ancak son dönemlerde ortaya çıkan bireysel oyun yapısı, gözden biraz düşmesine sebep oldu. 1-2 yıl kiralık gönderilip bencilliği üzerinden atması sağlanabilir. Neymar'ın da transferiyle kiralık gönderileceği biraz ayyuka çıkmış oldu aslında. Üstün meziyetlerini bencillikten arındırırsa, Barcelona'da keyifle izleyebiliriz kendisini ileriki sezonlarda.

16 Haziran 2013 Pazar

U-20 Dünya Kupası | Bu Çocuklar Olur

Marco Bueno | Meksika

94 doğumlu olan ve ülkesinin Pachuca takımında forma giyen Bueno, Meksika'da 'gelecek vaadeden yıldız' statüsünde değerlendiriliyor. İki yıl önce, U-17 Dünya Kupası'nın tozunu atan genç golcü, ülkesinin o turnuvayı şampiyon olarak tamamlamasında büyük rol oynamıştı. Önemli bir vitrin olan bu turnuva öncesi, Liverpool'un dikkatini çoktan çekmeyi başardı bile.

Bir forvet için fizik ve boy olarak gerekli ölçülerde olmasa bile, tekniği ve top sürme özellikleriyle bu dezavantajını kapatabiliyor Bueno. Adam eksiltme gibi önemli bir unsuru, doğuştan gelen hızıyla perçinleyen genç Meksikalı, bu turnuvada nispeten favori gözüken takımının en önemli oyuncuları arasında.

Diego Laxalt | Uruguay

Tam adıyla Diego Sebastian Laxalt Suarez, ülkesinin Defensor Sporting takımında yetişmiş bir hücum kanat oyuncusu. Ocak ayındaki U-20 Güney Amerika Şampiyonası'nın üçüncü bitiren Uruguay takımının da en önemli oyuncuları arasında bulunan Laxalt, bu turnuvada da teknik direktör Juan Verzeri'nin en önemli kozları arasında bulunuyor.

Sol kanadı etkin bir biçimde kullanabilen genç Uruguaylı, içe kat etme ve şut bakımından oldukça iyi. Genelde kanatlarda ters ayaklı oyuncuları görmeye alışmamıza rağmen Laxalt, bunun aksine sol ayağını kullanıyor. Fizik olarak da fena durumda değil. Zaten İnter'in Laxalt'ı kadroya katması da, yeteneklerinin yanında fizik kapasitesine de güvendiğinin bir göstergesi. Eğer turnuva öncesi transferi gerçekleşmeseydi, muhtelemen turnuva sonrasında çift haneli sayıları görebilirdik isminin yanında.

Not: Saçları da ilgi çekici.

Diego Rolan | Uruguay

Yaklaşık üç senedir Uruguay U-20 kadrosunda bulunan Rolan da, Laxalt gibi Defensor Sporting alt yapısının bir ürünü. Bir Santrafor olarak yetiştirilen oyuncu, son zamanlarda kanat forvet olarak da görev alarak çok yönlü olduğunu gösterdi. Boyu 1.79 olmasına rağmen fizik olarak iyi bir seviyede olan ve sürekli bu yönde gelişen Rolan, geleceğin en iyi forvetleri arasında gösteriliyor.

2012-2013 sezonu devre arası Bordeaux'ya transfer olan Rolan, gol sezgisi konusunda doğuştan gelen bir yeteneğe sahip. Golü koklamaktan ziyade, adeta içine çeken Uruguaylı forvet, defans arkası koşularda da gayet başarılı. İleride Falcao, Cavani gibi komple bir forvet olabilecek kapasiteye sahip. Şüphesiz ki bu turnuvada, Laxalt ve Nicolas Lopez ile takımın skor yükünü çekeceklerdir.

Jhon Cordoba | Kolombiya

Football Manager tabiriyle 'Pivot santrafor'  tanımının vücut bulmuş hali olan Cordoba, ülkesinin Envigado takımında yetişmiş bir oyuncu. Şu sıralar Meksika'nın Jaguares takımı için ter döken Kolombiyalı, U-20 takımı teknik direktörü Carlos Alberto'nun en önemli kozu durumunda.

Fiziğini kullanma konusunda oldukça başarılı olan dev golcü, iki ayağını da kullanabiliyor. Sırtı dönük olarak top indirebilme yetisine sahip ve bu takımı için oldukça önemli bir avantaj. Kolombiya'nın Drogbası olarak nitelendirilmesi de onun için ayrı bir mutluluk kaynağı olsa gerek. Falcao ve Jackson Martinez gibi komple bir forvet olması zor olsa da, pivot santrafor özelliklerinin yanına eklediği hız, her iki ayağını kullanabilme ve sırtı dönük oynayabilme unsurlarıyla Avrupa kulüplerinin dikkatini çekeceği kesin.

Angelo Henriquez | Şili

94 doğumlu olan Henriquez, ülkesinin Universidad de Chile takımında yetişmiş bir forvet oyuncusu. 1.80 boyunda olan genç Şilili'nin hızı ve bitiricilik seviyesi, üzerine methiyeler düzülecek seviyede. Teknik kapasitesi, hızı ve bitiricilik özelliklerini günden güne geliştiren Angelo, şu sıralar Manchester United için ter döküyor.

Kanat forvet olarak da gerektiğinde oynayabilen Henriquez, geçen sezonun ikinci yarısını Wigan'da geçirdi ve sekiz maça çıktı, bir gol kaydetti. Premier Lig için şimdilik 'toy' kalsa da, Şili U-20 takımı için çok önemli bir konumda. Takımın yegane golcüsü olarak görülen Şilili'yi, David Moyes'un gelecek sezon kadroya alıp almayacağı da bu turnuvadaki performansı sonucu belli olabilir.


Jose Villarreal | ABD

93 doğumlu olan Villarreal, rakipler için önemli bir tehdit. 1.72'lik boyuna sığan birçok özelliğiyle forvet arkası pozisyonu için biçilmiş kaftan olan genç ABD'li, şu sıralar LA Galaxy forması giyiyor. Bu sezon da yaklaşık 19 maça çıkan oyuncu, üç gol attı. Forvet arkası ofansif orta saha oynamakla birlikte, ikinci forvet olarak da görev alabiliyor ara sıra Jose.

Hızını ve çabukluğunu etkin bir biçimde kullanan Villarreal'in bir başka önemli özelliği de şutları. Uzaktan şutları oldukça isabetli ve sert gönderebiliyor ve ceza yayından kaleye gönderdiği şutlar adeta 'cezalandırıcı' olarak tanımlanabilir. Bileklerine de gayet hakim görünüyor ancak bazı eksiklikleri var; Oyun görüşü konusunda sıkıntılar mevcut ve top dağıtımı konusunda zaman zaman sıkıntılar yaşayabiliyor. Fakat, bunları genç olmasına verebiliriz. İleride bu eksik tarafını da geliştirirse, bol sıfırlı sözleşmelere imza atıp takımına para kazandırabilir.

Aminu Umar | Nijerya

Bu yıl Cezayir'de düzenlenen U-20 Afrika Şampiyonası'nın gol kralı olan Aminu Umar, Nijerya'nın U-20 Dünya Kupası'ndaki en büyük kozu. Ele avuca sığmayan 19 yaşındaki golcü, inanılmaz bir hıza ve dar alanda bir anda hareketlenme özelliklerine sahip. Halen ülkesinin Wikki Tourists takımında forma giyse de, turnuva sonrası muhtemelen İsviçre kulüplerinden birine transfer olacaktır. Sonraki durağı da bol sıfırlı bonservis bedeliyle 3-4 sene içinde Avrupa'nın önde gelen ligleri olur..

Şimdiden turnuvanın gol krallığı için adaylığını koyan Umar,  süratinin yanında yere de sağlam basıyor. Top sürerken kolay kolay denge sıkıntısı yaşamıyor ve nispeten iyi fiziğiyle topu saklayabiliyor. Ara sıra maç içinde fizik olarak düşse de, ileriki yıllarda aşılamayacak bir eksi yön değil bu.

Ross Barkley | İngiltere

Bu turnuva için İngiltere özelinde parlak şeyler söylemek pek olası değil. Ancak kadroda bir oyuncu oldukça sivriliyor(boyuna vurgu yapmıyorum); Ross Barkley. Birçok pozisyonda oynayabilecek kapasiteye sahip olsa da, daha çok orta sahanın merkezinde görev alan genç İngiliz, Everton takımının Rooney'den sonra yetiştirdiği en önemli oyunculardan biri.

Son dönemde ağır bir sakatlık geçirse de, bu turnuvada kendini bulup tekrar yükselecektir Ross. Tim Cahill'in de sürekli olarak övdüğü bir isim olan Barkley'nin oyun görüşü ve pas yeteneği mükemmele yakın durumda. Bir orta saha oyuncusunun mutlaka edinmesi gerektiği 'sakinlik' unsurunun gençler arasında vücut bulmuş hali kendisi. Topu dağıtırken, pas kanalı ararken hiç telaş yapmıyor ve çok iyi bir biçimde paslarını gönderiyor. Boyunun ve fiziğinin de kendine olan güvenini sağlamlaştırdığını düşünüyorum. Skora katkı konusunda da önemli meziyetleri bulunan Barkley için 'Everton'ın Gerrard'ı' demek yanlış olmaz aslında.

Saleh Gomaa | Mısır

Mısır'ın, Cezayir'de düzenlenen U-20 Afrika Şampiyonası'nı kazanmasında en büyük rolü üstlenen Gomaa, rakipler için komple bir tehdit durumunda. O turnuvanın da oyuncusu seçilen 20 yaşındakı Mısırlı, Ülkesinde ''Mısır'ın İniesta'sı'' olarak görülüyor. U-20 Dünya Kupası'nda takımının en büyük silahı olan Gomaa, A Milli seviyesinde de siftah yapmış durumda.

 Ülkesinde ENNPI forması giyen Gomaa, bir ofansif orta saha ve orta saha merkez oyuncusu. Hızı, çabukluğu, top sürme becerisi, oyun görüşü, ara pasları ve defans arkası uzun topları ile U-20 Dünya Kupası'nda rakiplerin korkulu rüyası olacabilecek seviyede. Bu meziyetlerinin yanında uzaktan etkili şutları ve rakip defansı merkezden çalımlarla delebilme gibi önemli özellikleri bünyesinde barındırıyor. Geleceğin en büyük yıldızları arasında gösterilen Gomaa'yı, turnuva sonrası Avrupa kulüplerinden birinde kesin olarak göreceğimizi düşünüyorum.

İgor Lichnovsky | Şili

Yetiştirdiği birçok yıldız oyuncuyla Avrupa takımlarının radarında bulunan Universidad de Chile takımının bir başka ürünü de İgor Lichnovsky. Halen yetiştiği takımda forma giyen İgor, inanılmaz bir soğukkanlılığa sahip. Bir stoper için bu özelliğin ne kadar önemli olduğunu düşünürsek, 18 yaşındaki bir stoper için harikulade bir artı bu.

Soğukkanlılığının yanında, yaşına göre olgun oyunu ile öne çıkan İgor, oyun bilgisi, pozisyon alması ve şimdilik yeterli seviyede olan pas dağıtımıyla 'top class' bir stoper görüntüsü çiziyor. U-20 takımının da kaptanlığını yapıyor ve bu, liderlik özelliklerinin de ne kadar üst seviyede olduğunun bir göstergesi. 18 yaşındaki bir oyuncunun, 19 ve 20 yaşındaki takım arkadaşlarına kaptanlık yapması, önemli bir ayrıntı.

Avrupa kulüplerinin şimdiden dikkatini çekse de, kulübü turnuva öncesi satmaya yanaşmıyor İgor'u. Leverkusen'in 5 milyon euro'luk teklifini direkt olarak reddeden Universidad, oyuncusunu turnuva sonrası bol sıfırlı bir fiyata gönderecektir Avrupa'ya.







8 Haziran 2013 Cumartesi

U-20 Dünya Kupası | Hakan Çalhanoğlu

Malum, 21 Haziran'da ülkemizin çeşitli şehirlerinin ev sahipliği yapacağı U-20 Dünya Kupası başlıyor. ''Bu çocuk olur'' diyeceğimiz birçok çıtır topçunun bize göz kırpacağı turnuvadan, gözüme kestirdiğim yıldız adayları hakkında biraz karalasam fena olmaz diye düşündüm. Pek tabii ilk olarak da milli takımımızın yıldız adayı ile başlama kararı aldım: Hakan Çalhanoğlu.


1994 yılında Almanya'nın Mannheim kentinde, çoğu futbol hayaliyle doğan çocuğun büyüdüğünde 'keşke' diyerek imreneceği, futbolu seven bir ailenin ferdi olarak dünya'ya geldi Hakan. Babası, amcası futbol hayranıydı. Ama babasının şansı pek yaver gitmemişti ve oğluna destek olma konusunda kararlıydı. Bu doğrultuda da dört yaşında futbola merhaba dedi genç 10 numara. Babasıyla amcasının kurduğu kulüp olan Turanspor Mannheim'da beş sene oynadıktan sonra, şehrin bir diğer takımı SV Waldhof Mannheim'a transfer oldu. Altı sene boyunca burada iyi eğitim alan ve oyunu oldukça geliştiren Hakan'a transfer teklifleri yağmaya başlamıştı bile. O zamanlar 15 yaşında olduğunu düşünürsek, Mannheim'a yakın olduğu için Karlsruhe'yi tercih etmesi, gayet makul bir karardı. Oyununu geliştirmeye, yaşının ve yeteneği gereği oynadığı pozisyonun verdiği fizik dezavantajını bir kenara bırakırsak süratle devam etti. Bu sene de, Bundesliga 3'te oynayan takımına kupa dahil 39 maçta 17 gol ve 14 asist ile harika bir katkı verdi. Ancak, yaşına göre verdiği katkının büyüsüyle, bu sezon başlangıcında Hamburg bünyesine katmıştı bile Hakan'ı. Maç tecrübesi kazansın diye Karlsruhe'de bir sene kiralık bırakmaları, istatistiklere bakacak olursak gayet yerinde bir karar gibi görünüyor.

Bundesliga 3'ün tozunu atan Hakan'ı, seneye Hamburg ile başlayacak olan Bundesliga serüveni bekliyor. Muhtemelen 2013-2014 sezonu kış aylarını yedek kulübesinde battaniye altında geçirecek olsa da, gelecek sezonun ikinci yarısından itibaren muhtemel Hamburg istikrarsızlığı ile beraber daha çok süre almaya başlayacaktır.

Hakan'ın artı yönleri oldukça fazla. 10 numara tabiri biraz eskilerde kalmış olsa da, Karlsruhe'de büründüğü rol buydu. Bunun altından da çok iyi kalktı ve hatta lige göre biraz 'fazla iyi' kaldı. İki ayağını da çok iyi kullanabiliyor. Sağ ayağı nispeten daha güçlü olsa da, her iki ayağını da etkin biçimde kullanıyor Hakan. Oyun görüşü çok iyi ve pas kanallarını harika görüyor. Defans arkasına bıraktığı toplara hayran kalmamak mümkün değil. Topu çok iyi dağıtıyor ve ona doğuştan bahşedilmiş yeteneklerini takımın oyun sistemine sırıtmayacak şekilde yediriyor. Bu konuda Bundesliga'nın sayılı oyuncuları arasında görüyorum onu, şimdiden.

Teknik kapasitesinin de üst seviyelerde olduğunu söylemek yanlış olmaz. İkili mücadelelerden kaçınmasının dezavantajlarını tekniği, top kontrolü ve oyun görüşü ile kapatıyor. Hücum olduğu kadar işin savunma kısmında da fena sayılmaz. Gerektiği zaman adamını kovalıyor ve ileride baskı yapıyor.

Bana göre en önemli özelliği ise, frikikleri. Şu an attığı frikik gollerinden video yapsam, tekrarlarıyla beraber beş dakikayı bulur süresi. Sadece kesme vuruşlar değil, ayağının üstüyle de etkin biçimde kullanıyor duran topları. Mesafe konusunda da bir ayrımı yok. Yakın veya uzak, duran topları gol yapabilme kapasitesine sahip. 94 doğumlu bir oyuncunun portföyünde duran topları etkili kullanmasının bulunması, fiyatını 2-3 yıl sonra çift haneli sayılara rahatlıkla taşıyacaktır.

En büyük eksik yönü ise, fiziği. İkili mücadelelerden çoğunlukla kaçınıyor ve kolay yere düşüyor Hakan. Önümüzdeki 2-3 yılda fizik kapasitesini ve kas kütlesini arttırmaya yönelmesi gerekiyor. Alman basını onu şimdiden Mesut Özil ile karşılaştırıyor. Ancak ileride onun gibi bir futbolcu olması için, Mesut'un son iki yılda edindiği fizik seviyesine ulaşması elzem gibi.

Bu yaz, milli takımın en önemli yıldızlarından biri olacak Hakan. Oyun görüşüyle takımı, ara paslarıyla da forvetteki yıldız adayı İbrahim Yılmaz'ı beslemesi, takım için büyük önem arz ediyor. Geleceği çok parlak görünüyor ve iyi yerlere gelebilmek için çok çalışıyor. ''Antrenmanlardan sonra bir saat şut ve frikik çalışıyorum. Salonda da fiziğimi geliştirmek için çalışmalar yapıyorum.'' açıklamasıyla, örnek aldığı Ronaldinho gibi iyi bir kariyere sahip olma isteğini belgeliyor. Kariyerinin ve istatistiklerinin Roni'ye benzemesini ummakla beraber, kilo ve umursamazlık bakımından Roni'den başkalarını örnek alması daha hayırlı olacaktır kanımca. Önümüzdeki turnuva da kendisini daha çok göstermesi için iyi bir fırsat. Umarım bunu iyi kullanır.

26 Mayıs 2013 Pazar

Aurelien Chedjou

Aurelien Bayard Chedjou Fongang.. Galatasaray'ın, ''yardım edin!'' tarzı çığlıklar atan stoper pozisyonu için '%90 bitti' denilen 27 yaşındaki defans oyuncusu. Galatasaray taraftarlarının aylardır gazetelerde ismini duyduğu Kamerunlu stoperin Bülent Tulun ile çekilen fotoğrafı da, bizi oldukça inandırdı artık. Chedjou, taraftarı sinir krizlerine sokacak başka bir sürpriz olmazsa, önümüzdeki en az dört yıl parçalı forma için ter dökecek.
1985 doğumlu Aurelien Chedjou, futbol hayatına doğduğu şehir olan Douala'daki Kadji Sports Academy'de başladı. Bu arada Samuel Eto'o, Carlos Kameni, Stephane Mbia, Nicolas N'Koulou ve adını asla unutmayacağımız Eric Djemba Djemba'nın da bu akademiden yetiştiğini araya sıkıştırayım. 2002 yılına kadar bu akademide ter döken Kamerunlu, o yıl İspanya'nın alt liglerinde dolaşan Villareal'e yollandı. Burada geçirdiği bir sezondan sonra forma bulma ümidiyle Fransa 3. lig takımlarından Pau'ya transfer oldu. Ancak işler umduğu gibi gitmedi ve istediği formayı bir türlü kapamadı. Akabinde sırasıyla gittiği Auxerre ve Rouen'de  az da olsa forma şansı buldu. O sıralar genç oyuncular özelinde kadrosunu oluşturan Lille'in dikkatini çekti ve 2007-2008 sezonu başında Lille B takımına transfer oldu. Ligin ilk yarısını orada geçirdikten sonra 2008 yılının ilk aylarından itibaren kadroya girmeye başlayan Chedjou, o sezon sadece iki maça çıkabildi. 2008-2009 sezonundan itibaren düzenli olarak forma şansı bulmaya başladı ve o sezon 32 kez yeşil zemine çıkma fırsatına sahip oldu. 09-10 sezonundan itibaren ise en her sezon en az 40 kez forma şansı buldu ve özellikle 2010-2011 sezonundaki şampiyonlukta Hazard, Cabaye, Sow, Gervinho, Rami ile birlikte ön plana çıkan oyunculardan biri oldu. Rami'yle beraber o sezon taş gibi bir tandem oluşturmuşlardı Lille defansında. Topu kullanmayı seven Chedjou ile birlikte sert oynayan ve yapılı Rami, her antrenörün takımında görmek isteyeceği türden bir ikiliydi. Ancak, Rami'nin gidişiyle beraber yanına monte edilen Basa, biraz daha yumuşak bir stoperdi ve Chedjou'nun bu açığı kapaması için oyun anlayışından biraz ödün vermesi gerekti. Rakiple daha çok boğuşan ve sert oynayan stoper görünümüne bürünen Kamerunluya Lille taraftarı ''The Rock'' lakabını uygun gördü. Bu sezon da yine aynı oyun anlayışıyla mücadele etti ve böylece son iki sezonda yaklaşık 85 maç oynamış oldu. 

Oyunu geriden kurma becerisi, daha önce ön libero pozisyonunda oynamış olması, kalıplı ve sert bir stoper olmasıyla beraber hava toplarındaki becerisi, Chedjou'nun bizim lig için tam aranılan stoper olduğunu gösteriyor. Hatta oyunu geriden kurma konusundaki kabiliyetinin üst düzey olduğunu düşünürsek, bu lig için bir gömlek fazla da gelebilir. 

En büyük artı yanı, az önce belirttiğim gibi oyun kurucu bir stoper olması. Oyunu iyi okuyor ve topu bir stopere göre çok iyi dağıtıyor. Lille teknik direktörü Rudi Garcia da onun bu özelliğini destekliyor. ''Hata yapsa da oyun kurmaktan vazgeçmemesini söylüyorum.'' diyerek ona olan desteğini dile getirmişti. Daha önce  ön libero oynamış olması da, topu dağıtmanın yanında, topla beraber ileri çıkmasını da alternatifler dahilinde kılıyor. 

Bir başka artı yanı, hava topları. Boyu nispeten çok uzun olmasa da iyi fiziği ve özellikle son yıllarda kazandığı sert stoper yapısı, yukarıdan gelen toplara hakim olmasını sağlıyor. Semih'in müdahale konusunda başarısını ve hızını düşünürsek, Chedjou-Semih ikilisi oldukça iyi bir tandem oluşturacaktır Galatasaray'da. Ayrıca Chedjou'nun gol konusunda da başarılı olduğunu söylemeliyim. Senede duran toptan ortalama 4-5 gol atabiliyor ve bu Galatasaray'da son yıllarda pek görülmeyen bir durum. Semih-Ujfalusi-Dany-Gökhan-Servet beşlisinin son iki yılda skora pek katkı verdiğini söyleyemeyiz. Chedjou, bu konuda da ilaç olacaktır.

Son artı yanı ise, mevki değiştirme konusundaki uyumu ve hem pasör hem de sert stoper rolüne bürünebilmesi. Bu özellikleri, Fatih Terim'in elinde iyi birer koz olarak duracaktır. 

Eksi yanı ise, Dany'de de olan o fazla özgüven. Kendine ara sıra gereğinden fazla güveniyor ve çok riskli noktalarda pas hataları yapabiliyor. Bu konuda biraz baş ağrıtacağını düşünüyorum Kamerunlunun. Ama artı yanlarıyla ve Semih'in çabukluğuyla beraber, bunun pek sorun teşkil edeceğini düşünmüyorum. İlginç bir nokta olarak da, Chedjou sene başına en az bir tane kendi kalesine gol atıyor. Geçen sezon atmasa da, bu sezon iki tane kendi kalesine atarak o istikrarını  korumayı başardı. Ancak bu istatistik, o gollerin devam edeceğini göstermez pek tabii. 

Sert yapısı, iyi fiziği ve diğer artı özellikleriyle Chedjou, lige kısa zamanda uyum sağlayacaktır. Takımdaki Afrikalı oyuncuların bolluğu da uyum sorunu yaşama kısmını en aza indirgeyecektir. Dişe dokunur büyük bir sakatlığının da pek olmadığını düşünürsek, geldiğinde '' Revir Nedir Bilmiyor!'' tarzı başlıkları gazetelerimizde göreceğiz muhtemelen. Her yönüyle Türkiye'ye uyum sağlayacak gibi görünen Chedjou'nun kısa veya uzun vadede Galatasaray'a sağlam katkı vereceğini düşünüyorum.


23 Şubat 2013 Cumartesi

Avrupa Ligi'ne Erken Havlu Atanlar

Aslında Avrupa Ligi'nde her sene gördüğümüz bir tablo bu. Sadece takımlar değişiyor. Her sene, ''oğlum bu takım en az çeyrek final görür.'' dediğimiz takımlar ya grup aşamasında eleniyor, ya da son 32'de. Tabii, bu kupayı önemsemeyip elenen çok takım oluyor. Gerek Şampiyonlar Ligi'nin gölgesinde kalması, gerekse düşük maddi getirisi, kupayı bazı takımlar için önemsiz kılabiliyor. Bu sezon da böyle takımlar görmek mümkün..
Liverpool 

Şaşırmadınız değil mi? Ben de şaşırmadım. Yıllardır alıştığımız, ama yine de her sezon yürek burkan bir tablo..    ''o sene bu sene!!'' diye yola çıkıp, yaz aylarında fazlaca anlamsız ve bir o kadar pahalı transferler yapıp, en iyi ihtimalle Şubat ayında şalterlerin kapandığı ama taraftarın yine de sırtını dönmediği sezonlardan sadece biri bu. 'Kırmızların iyimser hayallerine son veren takım ödülü', bu sezon St. Petersburg'a doğru yollandı. Zenit, son yarım saatini sıkıntıyla geçirdiği Anfield kabusuna iyi direnerek turu geçmeyi başardı. Aslında Liverpool çok iyi başlamıştı Rusya'daki maça. Suarez'in ardı ardına girdiği, hatta bazılarını harika şekilde kendisinin yarattığı pozisyonları hoyratça harcaması sonucunda golü bulamadılar. İkinci yarıda da bir klasik olarak ''Liverpool harika oynar, dünyaları kaçırır ve sonunda kolay goller yer.''  senaryosu vücut buldu. Hulk ve veteran Semak'ın golleri, yine hayal kırıklığı yaşanacağının bir göstergesiydi. Ama Liverpool her zaman güzel elenmiştir. Yani elense bile ya tek gol atıp geçeceği turlardır onlar, ya da işte dünyaları kaçırıp bir anda kabus yaşadığı turlardır. Anfield'da da öyle oldu; sezon sonu futbolu bırakacağını açıklayan Carragher'ın, tecrübesine yakışmayacak basit hatası sonucunda Hulk affetmedi. Sonrasında Suarez'in şapkadan tavşan çıkarması yetmedi ve 3-1'lik galibiyete rağmen elendiler.

Rodgers'ın bu kupayı pek önemsediği söylenemezdi zaten. Ama son 32'de elenecek kadar da acı olmamalıydı senaryo. Güç bela çıktıkları ve üçlü averaj sonucunda lider oldukları grupta oynadıkları bir Anzhi deplasmanı vardı ki, ''umurumuzda değil bu kupa.'' cümlesinin ilk 11 versiyonuydu. Kadro kalitesi-başarı beklentisi endeksinde büyük bir tutarsızlık olmasına karşın, söz konusu Liverpool olunca taraftar ve medya hep  hedefi yükseğe koyuyor. Yani hedef her sene sürekli olarak düşse de, o senenin en yüksek beklentisi hedefleniyor. Doğal olarak da takım beklentilerin altında eziliyor ve başarısızlık kaçınılmaz oluyor. O yüzdendir ki,  düş kırıklığı söz konusuysa, bir numaralı takımdır Liverpool. Muhtemelen bir süre daha bir numara olmaya devam edecekler.

Ajax

Sezona Şampiyonlar Ligi'nde başlamışlardı aslında. Yani başladıklarını düşünüyorlardı, grup kura çekimine kadar. Real Madrid-Dortmund-Manchester City ile aynı gruba düştüklerinde trollemeler başlamıştı zaten. Kimsenin pek umudu yoktu 2013'te Avrupa kupası maçı oynama konusunda. Ama Manchester City'nin, aslında küçük bir kesimin beklediği gibi rezil grup performansı sonucunda 3. olmayı başardılar. Avrupa Ligi'ne düşmelerinin en güzel tarafı, eğer ki finale çıkarlarsa, maçı Amsterdam Arena'da oynayacak olmalarıydı. Şans da yanlarındaydı, kurada karşılarına Steaua Bükreş geldi. İlk maçı da içeride çok rahat bir oyunla 2-0 kazandılar. Ama hava değişiminden mi bilemedim, rövanşta Romanya'da döküldüler adeta. Son yıllarda Avrupa kupalarında herhangi bir başarısı, dişe dokunur herhangi bir galibiyeti olmayan Steaua'ya normal sürede 2-0, penaltılarda da 4-2 kaybederek elendiler. Sürekli olarak favorilerin elendiği kupada, belki de finale kadar gidebilecekleri yolu pek beğenmediler herhalde.

Çok genç bir kadrosu olan, ileride yıldız olma potansiyeline sahip çıtırları bünyesinde barındıran Ajax için biraz! hayal kırıklığı olduğu aşikar. Finalin kendi stadyumlarında oynanacak olmasının yarattığı motivasyonu Romanya'da nasıl yok ettiler hala aklım almıyor. Steaua için dile getirdiğim 'Avrupa başarısı mı, o da ne?' temalı cümleyi, Ajax için de kullanabilirim aslında. Zaten son iki yılda Eredivisie'de şampiyon olmalarından önce yedi sene kış uykusuna yatmışlardı. Alttan gelen bolca genç yetenek ile toparlanmaya çalışıyorlar. Eski günlerine(çok eski), dönebilecekler mi(imkansız), bunu zaman gösterecek.

Napoli

Kupanın en büyük ikinci şoku desek yanlış olmaz herhalde. Kimse Napoli'nin en azından çeyrek finalden önce elenmesini beklemiyordu, hele ki Viktoria Plzen karşısında. Ama San Paolo sakinleri, küçümsedikleri Plzen karşısında nakavt oldular.

Grup performansları da pek iç açıcı değildi zaten. Dnipro-PSV-AIK triosu ile eşleştikleri gruptan ikinci olarak çıkabildiler. Aslında, daha sağlam oynayabilen bir PSV olsaydı grupta, muhtemelen son 32'yi göremeden veda ederlerdi kupaya. Ama şanslarına, taş gibi bir Dnipro'nun aksine çok yumuşak çıktı PSV. 0(sıfır) averajla gruptan çıktılar, 12 gol atıp 12 de yediler. Yani aslında çanlar Napoli için çalmaya başlamıştı çoktan. Ama kurada Viktoria Plzen'i çekince rahatlamış olmalılar ki, San Paolo'da 3-0'lık şok bir mağlubiyetle karşılaştılar. Maçı canlı izleme şansına sahip olduğum için, Plzen'in Napoli'yi bayağı kafasına vura vura yendiğini söyleyebilirim. İçerideki bu skordan sonra, Çek Cumhuriyeti deplasmanına bira içmeye geleceği barizdi Napoli'nin. Yedek ağırlıkli bir kadroyla sahaya çıktılar ve ilk maçın bir kopyası oynandı Plzen'de. 2-0 ile, gol atamadan elendi 'Maviler'.

Kadro kalitesi açısından iyi olmanın, turu geçmek için yeterli olmadığını düşün(e)memeleri, rakibi küçümsemeleri, Walter Mazzarri özelinde Napoli için büyük bir eksi olarak işlendi tahtaya.  Beş yıldır aynı hoca ile yoluna devam eden, aynı diziliş, taktik ve yüksek derecede disiplin ile oynayan Viktoria Plzen'i nasıl küçümseyebilirler hala anlamakta güçlük çekiyorum. Hele ki Plzen'in, kendi grubunda Atletico Madrid'i yenerek verdiği gözdağından sonra. Napoli için büyük bir kayıp oldu. Gerçi, en önemli iki oyuncusundan biri olan Hamsik'in arabasının camını kırıp hırsızlık yaptıkları için, hatta Lavezzi daha Napoli'de oynarken, sevgilisinin kafasına silah dayayıp saatini çalıp ''Napoli'de kalacaksınız.'' diye tehdit edecek kadar sorunlu oldukları için, Napoli taraftarına bu başarı bile fazla.
Atletico Madrid

Yazılacak son takım, sahneye çıkacak son hayal kırıklığı, tabii ki de onlar olacaktı. Laubalilik mi, yoksa son üç yılda iki kere bu kupayı almalarından mıdır bilemedim, Atletico komik bir performans sonucunda elendi Avrupa Ligi'nden. Sanırım ikinci nedenden dolayı olmalı. Zira, La Liga'yı daha çok önemsedikleri bariz. Ama, yine de bu kadar gülünç bir performansı açıklayamaz bu neden.. En fazla bahane olur.

Son şampiyon olmalarından da olabilir, şans da olabilir, harika bir gruba düşmüştü Atletico. Academica, Hapoel Tel Aviv ve Viktoria Plzen ile eşleştiğinde, Diego Simeone sevinçten bir hafta boyunca her akşam boğa kuyruğu eşliğinde Seville şaraplarından yudumlamıştır muhtemelen. Gruptaki ilk maçları olan Tel Aviv deplasmanından itibaren yedek ağırlıklı 11'lerle sahada bulundu hep Atletico. Hatta, Vicente Calderon'daki Hapoel maçında handikapı geçemeyerek beni ''tebrikler! ikramiye kazandınız.'' sesinden de mahrum bıraktılar. O yüzden ayrı bir garezim var kendilerine. Neyse ki Plzen, grup liderini belirleyecek maçta içeride 1-0 ile Atletico'yu mağlup edip, intikamımı biraz olsun aldı. Umurlarında değil bu tabii o ayrı.

Laubaliliklerinden dolayı grup ikincisi olarak son 32'ye yükselip, taş gibi Rubin Kazan ile eşleştiler. İçimin yağlarının biraz daha eridiğini eklemeliyim bu eşleşme ile. ''Gökdeniz'li Rubin, Arda'lı Atletico'ya karşı!'' başlıkları altında Vicente Calderon'da başlayan ilk maçta Gökdeniz, fırsatçılığını kullanarak deplasman golü avantajını sağladı Rubin için. Atletico da o golden sonra uyanmaya başladı. Ama hala ''beş dakika daha..'' modunda olduklarından, maçı çevirecek pozisyon bulma konusunda sıkıntı yaşadılar. Son dakikalarda buldukları pozisyonları da kolayca harcadılar. 90+5'te ise, akıllı.tv'ye çıkmayı başardılar. İki ayaklı bir turda, ilk maçta neden 90+5'te bir kaleci kornerde hücuma çıkar? Asenjo ileri çıkarken ne düşündü acaba? Simeone böyle saçmalamayı nereden öğrendi? Bu soruların cevaplarını ben bulamadım. Ama Rubin iyi bir cevap verdi, Orbaiz ile deplasmanda 2-0'ta skoru taşıyıp turu cebe koydular. Moskova'da oynanan maçta da  85'te gol yiyip beş dakika kadar stres yaşasalar da, son şampiyonu nispeten rahat bir şekilde elemeyi başardılar.

Asenjo'nun epik hatası olmasa, muhtemelen turu geçen takım penaltılarla belirlenecekti. Ama hatayı iyi değerlendiren Rubin, 'Atleti'ye cezayı kesti. İkramiyeden ettikleri için her ne kadar garezim olsa da, son 32'de elenmek pek yakışmadı son şampiyona. Daha fazla önemsedikleri La Liga ikinciliğini almaları lazım, kupadan elenmenin karşılığı olarak.

25 Ocak 2013 Cuma

Andreas Granqvist

Malum, Ujfalusi'nin sakatlığı ve Cris'in Lyon'da yeteneklerini bırakıp sadece fiziğiyle buraya gelmesi, stoper bölgesinde alternatifsizliğe neden oldu Galatasaray'da. Gökhan Zan'ı saymazsak(sadece ben değil, futbol da onu yok sayıyor.), elde sadece Semih, Dany ve sezon sonu sözleşmesi sona erecek sakat bir Ujfalusi var. Aslında, bir şekilde idare edilebilir görünüyor kağıt üzerinde. Ancak, Dany'nin bana göre kötü bir performans sergilemesi, takımı stoper transferi arayışına itti. Dany, gereksiz risk alması ve sürekli adamını kaçırması( 3-1 kaybedilen Karabükspor maçında yenilen 3. gol, onun hatalarından sadece biri.) ile, bana güven vermekten ziyade beni sürekli dehşete sürüklüyor. Semih'in ekstra iyi performansı olmasa, muhtemelen önemli maçlarda birkaç kötü gol daha yenilebilirdi.

İşte bu noktada, son 1-2 gündür adı Galatasaray'la anılan Andreas Granqvist devreye girerse, defans bölgesindeki sorun için harika bir yama olur. 1985 doğumlu ve 1.92'lik İsveçli stoper, şu sıralarda kariyerini Genoa'da sürdürüyor. Hatta kendisi, Serie A gibi, stoperlerin Spartalı gibi davrandığı bir ligde, ilk devre itibariyle 29 maça çıkacak kadar sert bir savunma oyuncusu. 


1.92'lik boyunu, geniş bir vücutla süsleyen dev stoper, kafa toplarında fazlasıyla iyi. Genoa'dan önceki kulübü olan Groningen'de üç senede 21 gol gibi, bir stoper için fazla iyi bir gol yüzdesine ulaşmıştı. Bu konuda da Galatasaray'a yardımı büyük olacaktır. Zira, takımda şu anda stoper pozisyonunda oynayan herhangi bir oyuncu, skor katkısı veremiyor pek. Duran toplarda ciddi bir tehlike olabilir Granqvist. 

Defansta, özellikle hava toplarında gösterdiği sertlik ile de biliniyor. Ama bu sırf boyunun uzun olmasından kaynaklı bir durum değil. Özel bir hakimiyeti var yukarıdan gelen toplarda. Bizim ligde uzun topların bol olduğunu düşünürsek, bu konuda da ilaç olacaktır kendisi. Semih de, Dany de hava toplarında üst düzey performans gösterebilen oyuncular değil. 

İşin teknik kısmında ise, biraz sorun yaşanabilir haliyle. Bu boy ve bu fizik varsa, tahmin edeceğiniz gibi vasatın altında bir tekniğe sahip Granqvist. Topla fazla haşır neşir olmayı sevmiyor. Kendisinin farkında olduğu, tandemde gereksiz risklere girmemesinden belli oluyor. Eğer ki gelirse, topu daha çok Semih'e bırakacaktır. Kesin Semih olarak konuşuyorum, çünkü gerek yabancı sınırı gerekse Dany'nin formsuzluğu, Semih-Granqvist ikilisini gerekli kılıyor.

Sakatlık konusunda da, transferi halinde Galatasaray'ın başını pek ağrıtmayacaktır Andreas. Görünen ve kayda değer tek sakatlığı, 2012 Mart ayında dizindeki bir yaralanma. Galatasaray görüşmeleri KAP'a bildirdiği takdirde, bizim gazetelerde 'taş gibi stoper', 'revir nedir bilmiyor' gibi başlıklar göreceğiz mutlaka.

Daha önce Premier Lig ve az önce de belirttiğim gibi Serie A tecrübeleri var. 2007-2008'de Wigan'da forma giymişti İsveçli. Eğer ki sezon ortasında menajer değişmeseydi takımda, muhtemelen bir süre daha kalacaktı İngiltere'de. Daha sonra transfer olduğu Groningen'deyken, 2010-2011 sezonu öncesi yine Galatasaray'ın ciddi olarak ilgilendiği konuşuluyordu. Ama, 2 milyon euro karşılığında Genoa'ya transfer olmuştu o sene Granqvist. Şu an ise, gösterdiği başarılı performansla beraber fiyatı 6 milyon euro'ya kadar çıktı. Biraz geç kalınmış olsa da, eğer alınırsa, defans için çok iyi bir çözüm olacaktır. Net olarak üç-dört sene gerekli verim alınacaktır, eğer gelirse..