28 Mart 2012 Çarşamba

Ligue 1'in yükselen değeri: Olivier Giroud

Bu sene herhalde Ligue 1'de Montpellier'nin çıkışını bilmeyen yoktur. Aslında Fransa'da son yıllarda ' bu sene mütevazı takımlardan hangisi kafaya oynar ' klişesinin son ürünü Montpellier. Bunu iki sene önce yine yapsalar da, bu seneki bir başka. Bu haftasonu da liderliği devraldılar PSG'den ve oldukça iddialılar şampiyonluk yolunda. İddialı olmalarının en büyük sebeplerinden biri de, 25 yaşındaki 1.92 lik dev golcü Giroud.. Şu ana kadar 18 gol atarak gol krallığında lider durumda bulunan dev Fransız, bunun sinyallerini daha önce gösterdiği alt lig performanslarıyla vermişti. 2005'te Grenoble Foot'ta başlayan kariyeri, kiralık olarak Istres'te devam ettiğinde daha 20'li yaşlarındaydı. 14 golü filelere gönderdikten sonra haliyle dikkatleri üzerine çekti, ancak Ligue 1'den değil yine de. Tours, Grenoble'dan Giroud'nun bonservisini aldığında Fransız golcü için önemli bir zıplama tahtası olacağını biliyor muydu acaba?

Tours'ta ilk sezonunda iyi oynasa da, asıl patlamayı 2009-2010 sezonunda yaptı. Ligue 2 gibi maçların oldukça kısır geçtiği bir ligde,21 golü rakip filelere göndererek gol kralı olmak kolay bir iş olmasa gerek. Olivier Giroud, sezon içerisinde golleri sıralarken, devre arasında Montpeiller'nin ilgisini çekti. 4.7 M Euro'ya Giroud ile sözleşme imzaladı Montpeiller ancak devre arası değil de sezon sonu için anlaştı Tours ile. Bunun nedeni büyük ihtimalle iyi giden takımı bozmamaktı. Zira o aralar Camara-Montano-Tino Costa triosu iyi taşıyordu takımı. Ligue 2'yi  gol krallığıyla geçtikten sonra 2010-2011 sezon başında Montpeiller'ye katıldı Giroud. İlk sezonunda 12 gol atsa da, takımı ligi 14.sırada bitirdi.  Bu sezon ise şu ana kadar 18 gol attı Giroud ve ne kadar isabetli bir transfer olduğunu gösterdi. Ait Fana-Belhanda, zaman zaman Utaka'nın da yardımıyla takımın skor yükünü çeken yegane isim Giroud. Boyuna rağmen iyi tekniği ve son vuruşlardaki becerisi harikulade. Ayrıca sahada sakin kalabiliyor, özellikle son vuruşlarda heyecan yaptığını daha görmedim. Boyuyla orantılı olarak kafa toplarında da oldukça hakim. Boyunun yanında oldukça da kalıplı bir oyuncu Giroud. Oyun tarzını daha çok Vieri'ye benzetmemle beraber, tip olarak da benzemiyor değil açıkçası. Ara sıra 'Fransa'nın Vieri'si' diyesim geliyor bu dev golcüye. Gol yollarında ne kadar başarılı olduğu belli. Ancak attığı 18 golün yanında 8 de asist yapması, takım oyununa yatkın ve bencillikten uzak olduğunun bir göstergesi gibi. Emre Utkucan üstadın ' Adamım Giroud' diye söz etmesi pek de şaşırtıcı olmasa gerek böyle bir golcü için.
Fransa'da yıldızlaşan her oyuncunun ve özellikle her Fransızın adı illa Arsenal ile geçer. Nitekim geçmeye devam ediyor da. Ancak Arsenal'in yanında dev Fransız'ı isteyenler arasında Aston Villa, Newcastle, Liverpool, Bayern Munih, Juventus gibi kulüpler de mevcut. Hatta Liverpool'un Giroud için 15 Milyon Euro'yu gözden çıkardığı söyleniyor. Kulüp daha önce satmayacağını söylese de( ki Fransa kulüplerinin 'satmayacağız' demesi, sadece fiyatı arttırmaya yönelik bir harekettir), daha sonra 16 Milyon Euro'yu getirenin Giroud'yu alacağını salık verdi. Naçizane fikrim, Giroud'nun şu an en kolay forma şansı bulacağı büyük takım Liverpool olacağı yönünde. Bu sene gol yollarında büyük sıkıntı çeken kırmızılara ilaç gibi gelecektir Giroud. Aston Villa ve Newcastle için zaten biçilmiş kaftan olmakla beraber, Liverpool ile daha da yıldızlaşacağını düşünüyorum. Liverpool'un bu sezon son vuruş yetersizliğinden dolayı evinde kaybettiği puanları, gelecek sezon Giroud ile en aza indirgeyeceğine şüphem yok. Tabi ki eğer Giroud, Liverpool'a giderse..

25 Mart 2012 Pazar

Aslan Evinde Tekledi


İki takım TT Arena’ya gelirken  Trabzonspor’un,  Galatasaray’ın oyununa ters düşeceğini düşünüyordum. Galatasaray’da Elmander’in yokluğu  bir dezavantaj olarak gözükse de, Baros’un gözünden bakarsak kendisini göstermesi için bir fırsat niteliğindeydi. Fenerbahçe maçında 2-0’dan maçı 2-2’ye getiren takım moralli olsa da, Sivasspor maçında oynanan oyun kafalarda soru işaretleri bırakmıştı. Trabzonspor ise hafta içi kupa maçı hariç ligde uzun zamandır yenilmiyordu. Olcan, Burak, Volkan gibi hızlı oyuncularla kontrataklar  ile tehlikeler yaratabilirdi Trabzonspor.
İlk yarı başladığı gibi iki takımın da oyun planı belirli gibiydi. Galatasaray önde basıp iyi paslarla pozisyon arıyordu. Trabzonspor ise her ne kadar önde bassa da, geride kalıp hızlı hücumlarla gol arıyordu. Özellikle Galatasaray’ın maçta panik içinde olduğu görülüyordu ve son derece gerginlerdi. Trabzonspor’un oyunu, ön gördüğüm gibi Galatasaray’ı bozmuştu haliyle. Kendi sahasından çıkarken de hiç alışık olmadığımız şekillerde top kaybediyordu Galatasaray ki bunda Trabzonspor’un yaptığı önde baskı etkiliydi. Nitekim bu oyun ile golü de buldu Trabzonspor, Burak ile.. Ancak golden önce faul olmadığını net şekilde söyleyebilirim. Ama Galatasaray defansının uyuması ve takımın faul olmadığına yönelik itirazı golü getirdi diyebiliriz. Bu golden sonra Galatasaray’ın panik havası iyice arttı ve olağandışı bir biçimde iyice dağınık oynamaya başladılar. Sanki lider gibi değil de, lideri takip eden takım hüviyetindeydi Sarı-Kırmızılı ekip. Trabzonspor yine kontrataklarla etkili oldu ancak ilk yarı tek golle geçildi. Galatasaray’ın tek ciddi pozisyonu Melo’nun arka direkte vurduğu serbest vuruş organizasyonuydu. Belki de Galatasaray’ın ilk yarıda bilinçli olarak yaptığı tek atak buydu. Hiçbir zaman hakemler hakkında yazmamakla birlikte,  ilk yarıda Cüneyt Çakır zorladı yazmam için. Bu kadar kolay kart çıkarıp oyunun kontrolünü kaybetmesi, bir derbi maçı için pek de hoş emareler değildi.
İkinci yarıya her ne kadar baskılı başlasa da, yine o gergin havasından çıkamadığı için gerekli pozisyonları üretemiyordu Galatasaray. Özellikle Necati-Baros ikilisinin gözle görülür uyumsuzluğu, son paslarda  hayal kırıklığı yaşamasına neden oluyordu Sarı-Kırmızı’ya gönül vermiş taraftarlar adına.  Elmander’in eksikliğini büyük ölçüde hissediyordu Galatasaray ve kanatlarda da her zamanki eksiklik göze çarpıyordu. Tam anlamıyla kanat oynayabilecek tek oyuncunun Riera olması ve onun da formsuz olması, Fatih Terim’in elini kolunu bağlıyordu. Bazı pozisyonlarda ise, sanki şuta dair herhangi bir bilgileri yokmuş gibi, Galatasaraylı futbolcular vurmak yerine saçma paslar vermeyi tercih ediyordu.  Galatasaray’ın bu dağınık, pozisyon bulamayan, bulsa da son pas hatalarıyla veya son vuruş eksiklikleriyle  harcayan görüntüsünün iyice hakim olduğu dakikalarda Alanzinho’nun o eline çarpan top, ‘Galatasaray’a uzanan yardım eli’ gibiydi.  Melo’nun gole çevirdiği penaltıdan sonra Galatasaray’ın baskısı devam etti. Karabükspor’dan geri alınan, bu maçta da geldikten sonra ilk defa oyuna giren Mehmet Batdal’ın inanılması güç bir şekilde harcadığı pozisyon, maçın kırılma anıydı. Berabere biten maçla beraber, Galatasaray haftalar sonra evinde puan kaybetmiş oldu.
Maça çıkmadan önce dokuz puan farkla lider durumda bulunan Galatasaray’ın, sanki lider değilmiş de, lideri kovalıyormuşçasına panik bir havada bulunması, anlaşılması zor bir durumdu. Trabzonspor gibi orta sahadan iyi toplarla çıkan ve ileride hızlı oyuncusu bulunan bir takıma karşı böyle pas hataları yapıp, gergin ve dağınık bir biçimde futbol oynarsanız, cezasını çekersiniz. Elmander’in eksikliği büyük ölçüde hissedildi ayrıca. Baros’un ezdiği toplardan bir klip hazırlanabilir diye düşünüyorum. Necati-Baros uyumsuzluğunda aslan payının Baros’a ait olduğu belli. Her ne kadar kötü oynasa da, Batdal’ın kaçırdığı inanılmaz pozisyon, üç puandan etti Galatasaray’ı.
Trabzonspor ise gereken futbolu sahada uygulamayı başardı ikinci yarının ortalarına kadar. Colman özelinde seri paslarla kontratağa çıkarak hızlı oyuncularla gol aradı maç boyunca Bordo-Mavili ekip. Bu strateji zaman zaman başarılı da oldu. Ancak  özellikle son dakikalarda iyice geriye yaslanınca, baskıyı tam anlamıyla üzerinde hissetti Trabzonspor. Batdal’ın son dakikada kaçırdığı pozisyon, Trabzonspor’un hak edilmiş bir puanına yazık edebilirdi.
Maçın Adamı: Gustavo Colman
Kırılma Anı: Mehmet Batdal’ın kaçırdığı pozisyon


18 Mart 2012 Pazar

Derbide İstediğini Alan Taraf Galatasaray..

Pek değerli! Süper Lig'imize genel olarak heyecan ve stres katan maçta Fenerbahçe, 2-0 öne geçmesine rağmen üstünlüğünü koruyamadı ve Galatasaray'ın maçı 2-2'ye getirmesini engelleyemeyerek  puan farkını indirme fırsatını kaçırdı.
Derbilerde genel olarak ilk 11'lerde sürprizler yaşanırdı. İki tarafın teknik direktörü de rakibin etkili silahlarını önleme doğrultusunda bazı hamleler yaparak kendi stratejisinden taviz verebilirdi. Ancak bu derbiden önce iki tarafta da sürpriz beklenmiyordu. Hem Fenerbahçe hem de Galatasaray, kadro istikrarını sağlamış durumda Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'na çıkacaklardı. Bu durum, rakibin etkili silahlarını kontrol etme açısından avantaj teşkil ediyordu iki takım için de. Galatasaray, genel olarak takım halinde hücum yapan, top trafiğini iyi düzenleyen ve defansı da takım halinde yapan dengeli bir oyun tarzına sahipti. Fenerbahçe ise daha çok Stoch-Alex-Sow triosunun gayretleriyle gol arayan bir oyun şekline sahipti. İki takımın da önemli oyuncularından yoksun olmadan Kadıköy'e gelmesi, güzel bir maçın habercisi gibiydi.


  Galatasaray da, Fenerbahçe de ileride baskı yaparak başladı maça. Yukarıda da belirttiğim gibi Alex-Sow-Stoch üçlüsünün gayretleriyle gol buluyordu genel olarak Fenerbahçe. Nitekim, Ziegler'in kötü ortasına harika bir voleyle can veren Sow'un golüyle öne geçti Sarı-Lacivertli ekip. Derbilerde rakibin direncini kırmak açısından erken gol bulmak çok önemlidir. Fenerbahçe, bu durumu ikiye katlayarak Sow'un golü akabinde Alex'in harika füzesiyle 15. dakikada 2-0 öne geçti. Pozisyona girmeden iki harika bireysel beceriyle golleri bulmuştu Sarı-Lacivertli ekip. Galatasaray panik yapmıştı, bunda  12 yıldır kazanamamanın etkisi büyüktü elbette. Erken gelen iki gol, Galatasaray'ın paniği, taraftarın ateşi.. Her açıdan önde gözüküyordu Fenerbahçe, ta ki 20.dakikaya kadar.. O dakikadan itibaren Fenerbahçe yavaş yavaş komaya girmeye başladı. Galatasaray ise, 15-20 dakikalar arasındaki paniğini atıp o bilindik futbolunu oynamaya başlamıştı. İlk 20 dakika  etkisiz olan Selçuk'un devreye girmesi, Elmander'in daha çok top alması, Galatasaray'ın ileride top tutmasını kolaylaştırdı. Necati-Elmander işbirliği sonucunda bulunan gol ve oynanan güzel futbol, ikinci yarıda da Galatasaray'ın daha etkili olacağının habercisiydi. Etkili olması beklenen Stoch'un, Eboue karşısında direnç gösterememesi de önemli bir durumdu. Alex takımı yine de iyi yönlendirse de , çok adamla hücum edemeyen  Fenerbahçe için 20-45 dakikalar arası  sıkıntı yüklü geçti.
Aykut Kocaman, maç sonrası '' Oyuncularım devre arası kaybetmiş gibiydi '' tarzında konuşmuştu. İkinci  yarıda sahada oynanan futbol, Aykut Kocaman'ın maç sonrası röportajını doğrular nitelikteydi. İkinci yarının başından itibaren oyunu rakip sahaya yığdı Galatasaray ve domine etmeye başladı. Zaten defansına gömülen Fenerbahçe varken sahada, Aykut Kocaman'ın tercihleri de bu duruma tuz biber olacak cinstendi. Stoch'un çıkması gerektiği aşikardı, ancak yerine alınacak oyuncu Selçuk Şahin olmamalıydı. Sow'un sola geçip Alex'in forvete geçmesi ve akabinde oyundan alınması, Fenerbahçe'nin iki pası bir araya getiremeyecek duruma gelmesine ön ayak oldu. Maç başından beri Serdar Kesimal'a üstünlük sağlayan Elmander'in, yine bir kafa topunda araya girip Hakan'ın önüne topu indirmesi ve Hakan'ın da topu ağlara göndermesi, İngilizlerin 'Super Fightback' dediği durumun özetiydi adeta. 2-2'den sonra Cristian'ın bir şutu vardı ceza sahası içinde. Fenerbahçe'nin ikinci yarı boyunca tek etkili atağı oydu belki de.. Galatasaray ikinci yarı oyunu domine etmişti ve istediğini almıştı. 90+4'te Baros'un direğe vurduğu top, belki de puan farkının açılıp Galatasaray'ın iyice rahatlamasını ve 12 yıllık özlemin sona ermesini engelledi.
Galatasaray istediğini alarak ayrıldı Kadıköy'den. Belki de daha fazlasını alabilirdi, ancak son dakikadaki altın değerinde pozisyonu değerlendiremedi Sarı-Kırmızılı ekip ve 12 yıllık özlemi dindirme fırsatını aşağı yukarı beş santimetre farkla kaçırdı. Galatasaray'ın 20. dakikadan sonra oynadığı futbol şiir gibiydi. Maç öncesi hafta içinde, Galatasaray'ın derbiye yüksek derecede konsantre olduğunu gördüm. 2-0'dan sonra oyunu geri çevirmek hiç kolay değildir derbilerde ve yüksek derece konsantrasyon etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum bu geri dönüşte. Bu durumun oluşmasında her ne kadar Aykut Kocaman'ın değişikliklerinin  payı olsa da, Galatasaray'ın oynadığı futbol için sadece ' pastanın üzerine konan vişne ' olarak düşünüyorum. Galatasaray'da özellikle Eboue, Semih, Elmander ve 20.dakika sonrası Selçuk'un fark yarattığını söyleyebiliriz. Semih'in,  Sow'un etkili oyununa rağmen az hatayla oynaması önemli bir faktördü. 


Fenerbahçe, 2-0 öne geçtikten sonra, artık öne geçtiği derbilerdeki alıştığımız ' kapanma ' oyununu oynadı. Maçın kilit noktalarından biri de buydu. Aslında ikinci yarı için böyle bir düşünceleri olduğunu sanmıyorum. Ancak Galatasaray'ın etkili oyunu, Fenerbahçe'nin defansa gömülüp skoru korumaya çalışmasına neden oldu. Stoch'un da etkili olamaması, hücumda Sow ve Alex dışında seçeneklerini kısıtladı Sarı-Lacivertli ekibin. Melo-Selçuk ikilisinin özellike ikinci yarıda Emre-Cristian ikilisine üstün gelmesiyle de elinde hiçbir kozu kalmadı Fenerbahçe'nin.


Fenerbahçe hücum-defans dengesini pek sağlayamıyor ve bu durum özellikle deplasman maçlarında büyük sıkıntı yaratmaya devam edecektir. Puan farkını azaltma fırsatını kaçırdılar ve önlerinde iki haftada Bursaspor-Trabzonspor dublesi var. Şampiyonluk şansının devam etmesi için kazanmak zorunda Fenerbahçe.


Maçın Adamı: Johan Elmander
Maçın kırılma anları: Aykut Kocaman'ın değişiklikleri ve Baros'un son dakikada direkten dönen topu

16 Mart 2012 Cuma

İç Çeker Beşiktaş Taraftarı..

Dün nedensiz bir umut vardı içimde, Beşiktaş'ın turu geçeceği konusunda. Her ne kadar form bakımından dibi görmek üzere olsalar da, bu önemli maçta taraftarın gazıyla maça tutunabileceklerini düşündüm. Ancak o nedensiz umut filizi de tükendi ilk 10 dakikadan sonra.. Beşiktaş, çok kötü bir oyunla veda etti Avrupa Ligi'ne..

Maç başlamadan önce Beşiktaş'ın ilk 11'ine baktığımda şaşırdım. Edu'nun kanatta oynadığı bir 4-3-3'ün nasıl yararlı olacağını düşündüm ama bulamadım. Ayrıca Pektemek'in böylesine bir maçta kulübede oturma görevini üstlenmesi de şaşırtıcı bir durumdu. Edu'yu  Orduspor maçında gönderdiği füze için ilk 11'e almış olabilir Carvalhal, başka bir açıklaması yok. Atletico Madrid ise Salvio'nun kulübede oturması dışında beklediğim şekilde sahaya çıkıyordu. Tabi ki Falcao, en önemli kozdu.
 Maç başladığı gibi istekli göründü Beşiktaş, 10. dakikaya kadar. O dakikadan sonra Atletico, oyunu dengeye getirdi ve yavaş yavaş kontrolü ele almaya başladı. Sürekli koşarak birbirlerine alan yaratıp pas yapıyorlardı. Golü de buldular pek de şaşırtıcı olmayacak şekilde. Defansın arkasına atılan toplar, sorunlu olan Beşiktaş defansı ve özellikle sağ tarafı için önemli bir zaaftı. Adrian'ın golü de bu şekilde geldi. Bu golden sonra çöktü Beşiktaş. Taraftar da sahadaki oyuncularına ayak uydurdu. Beşiktaş'ın yaptığı ataklarda herhangi bir düzen yoktu. Şuursuz biçimde atak yapmaya çalışıyorlardı. Ancak Diego Simeone ile farklı bir kimliğe bürünen Atletico için bu ataklar herhangi bir sorun teşkil etmiyordu. Courtois'nın neredeyse yere yatmadığı bir ilk yarı sonunda konuk ekip önde girdi soyunma odasına. İlk yarıda Beşiktaş'ın oyunundan sıkılıp uyuyakalan arkadaşlarım mevcut bu arada. Beşiktaş taraftarı için eziyetti ilk yarı..
İkinci yarıya, ilk yarı en iyi yaptığı işi yaparak devam etti Beşiktaş; sıkıntı ve eziyet.. Taraftarın bu maçta en önemli etken olacağını düşünürken, takımı iteceklerini ima ediyorduk haliyle. Ancak Beşiktaş taraftarı, ikinci yarı 'kendine ' tezahürat yaptı sadece. Kulağa hoş gelmesiyle beraber, takım için herhangi bir etkisi yoktu, aynı tas aynı hamam.. İkinci yarı başında oyuna dahil olan Holosko'dan medet umup, Pektemek'i 60. dakikaya kadar kenarda oturtan Carvalhal de işin tuzu biberi oldu. Sıkıntı içinde geçen ' umutsuzluk resitali'nde son olarak Cenk sahneye çıktı. Sezon başından beri, hatta geçen sezondan beri hatalı goller yiyordu Cenk. Genç bir kalecinin hata yapması kadar normal bir durum yoktur. Ancak  dün akşam Falcao'dan yediği gol, laubaliliktir. Kendine 'fazla' güvenmenin bedelini ağır ödedi Cenk.. Salvio'nun golü perdeyi kapatırken, yine aynı anlarda Cenk'e destekte bulunan Beşiktaş taraftarının arasından sıyrılan bir holigan sahaya girdi ve Cenk'in önüne geçip sövdü genç kaleciye. Bu holigan da fiyaskoyu taçlandıran isim oldu ve Beşiktaş olabilecek en kötü şekilde havlu attı Avrupa Ligi'ne.
Beşiktaş, dibi tam anlamıyla gördü bu maçta. Ligde son haftalardaki berbat form grafiğinin Atletico maçlarına yansıması, kupada sonunu hazırladı Siyah-Beyaz'lı ekibin.. Yönetim ve borçlar cephesinde umutsuz rüzgarlar eserken, takımın harikalar yaratmasını beklemek anlamsızdı. Tek çıkış noktası olan 'Taraftarı için kazanır mı?' sorusuna da dün olumsuz  yanıt verdiler. Beşiktaş'ın elinde bu sezon için artık pek bir şey kalmadı Atletico yenilgisiyle.. Carvalhal yoğun maç programından şikayet etse de, bu kadar kötü bir performansın yorgunlukla açıklanamayacağını düşünüyorum.
Takıma yarardan çok zarar veren yabancı oyuncularla yollarını ayırmalı Beşiktaş. Ayrıca bu yabancıları takıma getiren Mendes ile de ilişkisini kesmesi lazım yeni gelecek yönetimin. Sidnei ve Edu'nun kiralık olduğunu varsayarsak, bana göre Quaresma, Almeida, Holosko'yu göndermek ilk adım olacaktır. Simao ve özellikle Fernandes'in kalması lazım bana göre. Cenk'in dün göstermiş olduğu performanstan sonra Rüştü'nün futbolu bırakmayı düşünmesi yerine, ölene kadar kalede kalmayı düşünmesi lazım. Ya da Beşiktaş, kaleci sorununu çözmek için transfer yapmalı.. Orta sahada Fernandes'e bindirdikleri yük, pek adaletli değil. Her top onda, başı sıkışan Fernandes'e top atıyor. Taş olsa çatlar.
Dün akşam taraftar kötü olabilir. Ancak genel olarak Beşiktaş taraftarı takımını ölesiye sever. Kulübün önde gelenlerinin ve kulübü yönetenlerin, böylesine değerli bir taraftarı bu kadar üzmeye hakkı yoktur.( Arda'ya yapılan irkin tezahüratların azınlık tarafından yapıldığını düşünüyorum)
Artık Beşiktaş'ın toparlanmaya başlayacağı an, yeni başkan ve yönetimin kulübün başına geldiği an olacaktır. Tabii gelecek yeni yönetimin sorunları çözmek için  önemli çözüm yolları olduğunu varsayarsak..

11 Mart 2012 Pazar

Galibiyeti huy edinmek..

Son beş maçında beş galibiyet alan Galatasaray, son maçında Fenerbahçe'den altı yiyen Gençlerbirliğini TT Arena'da ağırladı. Fazla pozisyon bulamadığı maçı 2-0 alan Sarı-Kırmızılı ekip, derbi öncesi puan farkını korumuş oldu..
Her ne kadar kafalar derbi maçında olsa da, puan farkını korumak için bu maç çok önemliydi Galatasaray için. Fatih Terim'in de uyarıları bu yöndeydi hafta içinde yapılan antrenmanlarda. Gençlerbirliği maçında, derbiyi düşünmemesi lazımdı sahaya çıkacak 11 oyuncunun. Ancak kafasında derbiyi tutması gereken özellikle iki oyuncu vardı; Ujfalusi ve Semih.. Tandemdeki bu iki oyuncu sarı kart sınırındaydı ve derbide oynamak istiyorlarsa dikkatli olmaları aşikardı. Gençlerbirliği ise geçen haftasonu Fenerbahçe'den Kadıköy'de 6 yiyerek, taraftarları adına hayal kırıklığı yaratan bir bozgun yaşamıştı. Bu mağlubiyet ışığında düşüncem, Gençler'in pek de atak oynamayacağı yönündeydi.
Öngörümün tuttuğunu görmem için fazla beklemem gerekmedi. Daha ilk dakikadan itibaren topu rakibe bırakıp kendini yarı sahasına kapatan bir Gençlerbirliği vardı sahada. Ancak kapıyı iyi kapatmayı unutmuş olmalılar ki Galatasaray kapının önüne önce ayağını sonra da omzunu koydu ve yavaş yavaş açmaya başladı kapıyı. İlk 15 dakikada Galatasaray'ın topla oynama yüzdesinin %72 olduğunu söylersek, baskının ne denli büyük olduğunu gösterebiliriz. Ayrıca Galatasaray, %72 topla oynama yüzdesini kendi sahasında top çevirerek değil de  , rakip sahada pas yaparak sağlamıştı. Tek sorun, golü bulacak pozisyon yaratmasıydı Sarı-Kırmızılı ekibin. Özellikle kanatlardan hücuma katkının yok denecek kadar az olması, bunun başlıca nedeniydi. Galatasaray bu sorunu sezon sonuna kadar yaşayacaktır. Çünkü ellerinde iyi kanat oyuncuları yok. Hatta tam anlamıyla kanat oynayabilecek bir oyuncusu yok Galatasaray'ın. Bu pozisyon bulma sıkıntısı devre sonuna kadar sürdü ve devre 0-0 sona erdi.. İlk yarının sonlarına doğru Tum'un müsait pozisyonda topu ayağından açması, ilk yarı için bir kırılma anıydı.
Ancak Galatasaray, az pozisyon bulduğu maçlarda bile o pozisyonları bir şekilde gole çevirerek maçı alabiliyor. Bu takım olmanın bir göstergesidir. İstatistiklere bakarsak, pozisyon-gol oranında Galatasaray'ın lider durumda olduğunu düşünüyorum.
İkinci yarıya da baskılı başlayan taraf Galatasaray'dı. Nitekim az önce söylediğim gibi pozisyon yokken, 'yarım pozisyon' da Melo, Engin'in pasında topa dokundu ve top tıngır mıngır ağlara gitti. Bu golün akabinde 10 dakika sonra kazanılan frikikte Selçuk, ters açıdan harika bir vuruşla takımını 2-0 öne geçirdi.  Selçuk'un bu 3. frikik golüydü. Daha önce bu kadar frikik golü yoktu Selçuk'un, büyük ihtimalle antrenmanlarda üzerine yoğunlaşmıştır. Bu golden sonra oyunu kontrol altına aldı Galatasaray. Son dakika Baros'un kaçırdığı pozisyon hariç fazla da pozisyon olmadı ikinci yarı boyunca. Takım olmanın unsuruyla, 2-0 maçı almayı bildi Sarı-Kırmızılı ekip.
Galatasaray, derbi öncesi puan farkını koruyarak rahat bir şekilde gidiyor Kadıköy'e. Kapanan takımlara karşı pozisyon bulmakta zorlanıyorlar. Ancak buna rağmen bir şekilde golü buluyorlar ve bunun en büyük nedeni takım olarak istekli, hırslı ve basit oynamaları. Semih ve Ujfalusi'nin sarı kart görmemesi de Galatasaray hanesine yazılacak artılardan. Bu sene belki de Türkiye'deki en iyi orta saha ikilisi Melo-Selçuk ikilisi.. İkilinin bulduğu gol sayısı toplam 18..Ayrıca Selçuk'un yaptığı asist de 9..Kanatlar en büyük zaafı olsa da, dört orta saha ile ' kanatsız' bir oyun oynuyor Galatasaray ve bunu iyi de yapıyorlar. Kadıköy'deki fobisi ise tek dezavantaj olarak gözüküyor. Bizi, cumartesi günü güzel bir maç bekliyor olacak.
Maçın adamı: Felipe Melo
Kırılma Anı: Tum'un müsait pozisyonda ayağından açtığı top

6 Mart 2012 Salı

Topçular'ın nefesi yetmedi..



San Siro'daki 4-0'lık  galibiyetten sonra AC Milan, doğal olarak rahat geldi Londra'ya.Pato, Boateng, Seedorf, Ambrosini gibi eksikler olmasına rağmen Milan'ın bir kazaya uğraması ihtimali çok düşüktü. Arsene Wenger de, Eurosport'ta yorum yaparken turu geçme ihtimallerinin %5 olduğunu söylemişti. 'Milan turu geçer' havası hakimdi genel olarak.
Kim tahmin ederdi böylesine bir ilk yarı izleyeceğimizi? Arsenal, inanılmaz bir baskıyla başladı maça. 'Mohaç Zaferi' gibi kısa sürede düşmanı bozguna uğratmak isteyen Osmanlı askeri gibi saldırıyorlardı. Daha koltuğuma kurulamadan Koscielny kullanılan köşe vuruşunda, ön direkte iyi bir vuruş yaparak 'Topçular'ı öne geçirdi. Arsenal'ın bu olağandışı hızlı temposu karşısında Milan bayağı bocaladı haliyle. Milan gibi düşük tempoda oynayan takımlara karşı oynaması gereken futbolu fazlasıyla sahaya yansıtıyordu Arsenal. Hem rehavet içerisinde olan, hem de yüksek tempo karşısında bocalayan Milan ise tempoyu düşürmeye çalışıyordu. Aslında bunu da biraz olsun başardılar. Ta ki, Silva'nın hatasına kadar. Maç boyunca belkide tek hatası oydu Thiago Silva'nın. Uzaklaştıramadığı topta Rosicky düzgün vurdu ve 2-0 yaptı. Bu golden sonra da fütursuzca saldırmaya devam etti Arsenal, Rosicky önderliğinde.  Maç boyunca çok kötü oynayan Mesbah'ın, Chamberlain'i düşürmesiyle kazanılan penaltıyı Robin  'Uçan Hollandalı' Van Persie gole çevirdiğinde, Allegri'nin suratından durumun ne kadar içler acısı olduğu anlaşılıyordu Milan adına. İlk yarının sonunda Shaarawy'nin kaçırdığı pozisyon da önemliydi. Milan'ın ilk yarıdaki tek adam akıllı atağı oydu diyebiliriz.

İkinci yarıya Milan, derin bir uykudan uyanırcasına başladı. Rehavetin beraberinde getirdiği gol cezalarını misliyle ödemişlerdi ilk yarıda. Daha sağlam oynayıp pozisyon vermemeye gayret gösteriyorlardı. İlk yarıda yapamadıkları tempo düşürme politikasını, ikinci yarıda yavaş yavaş yaptılar. Ama maçın kırılma anı, Van Persie'nin iyi dokunamadığı, Abbiati'nin ise adeta' ikinci baharımı yaşıyorum'  reflekslerinin içinde bulunduğu pozisyondu. Abbiati'nin çıkardığı pozisyondan sonra Arsenal, pek etkili pozisyonlar üretemedi Milan kalesinde. Milan ise İbra ve özellikle Nocerino ile pozisyonları harcadı. Nocerino'nun boş kaleye göndermek yerine Szcsezny'nin kucağına bıraktığı top, Milanlı futbolseverlere bayağı saç baş yoldurmuştur sanırım. Geride kalan dakikalarda da aynı senaryo devam etti ve Milan turu geçmeyi başardı.
Milan turu geçti, ancak bu rehavetteki halleri pek iyiye işaret değil. İlk yarıda yedikleri cezalar onlara ders olacaktır muhtemelen. Çeyrek finalden ileriye giderler mi bilemem. Ama Berlusconi'nin yaz aylarında takıma özellikle kanat oyuncuları konusunda takviye yapması gerektiği apaçık görüldü. Eğer Şampiyonlar Ligi'ni kazanmak istiyorsa, bazı takviyelerle takımı güçlendirmesi şart. Böylesine önemli bir maçta Mesbah, El Shaarawy ilk tercih olmamalıydı. Biraz daha kadro derinliği gerekiyor.
Arsenal ise mucizeyi gerçekleştirmek için bayağı uğraştı. Ancak ilk yarıdaki oyunu ikinci yarıya taşıyamadılar pek.Van Persie'nin biraz daha etkili olması gerekiyordu. Topçular için sezon bitti gibi, ligde Şampiyonlar Ligi'ne gitmek için uğraşmalarını saymazsak. Wenger'in artık alt yapıdan çıkardığı gençlerin yanına, onlarla harman olabilecek yetenekli oyuncular getirmesi şart. Podolski ismi konuşuluyor. Onun gelmesi, dediğim kadro şekli için ilk adım olarak kabul edilebilir. Gerisini de getirirse Wenger, seneye başa oynayan bir Arsenal izleriz diye düşünüyorum. Özellikle Van Persie, Wilshere, Gervinho gibi üst düzey oyuncuları kaybetmek istemiyorlarsa transfer yapmaları şart.
Maçın Adamı: Christian Abbiati
Maçın Kırılma Anı: Van Persie'nin vuramadığı top ve Abbiati'nin refleksi..

Tarlada Galibiyet..

Binbir zorlukla geldiği Sivasspor deplasmanında Galatasaray, ummadığı kadar rahat bir galibiyetle İstanbul'a döndü. Sivasspor kötü mü oynadı? Hayır. Ancak 'istemek' ve 'takım oyunu' bu işin kilit noktasıydı.
Sivas ve genel olarak İç Anadolu Bölgesi'nin iklimini bilmeyen yoktur. Özellikle kış aylarında ne kadar sert bir iklim olduğu ortadayken, Sivasspor yönetiminin stad zemini için herhangi bir çaba göstermemesi  enteresandı. Günlerdir alttan ısıtma sistemi açıkmış. Ama sadece ısıtma sisteminin açık olması, zeminin harika olacağı anlamına gelmiyor. Tarla gibi bir zemin mevcuttu Sivas 4 Eylül Stadı'nda.. Ben ilkokul üçüncü sınıftayken okulun yanında tarla gibi bir yer vardı, biz de futbolumuzu orada oynardık. O tarla gibi yerle 4 Eylül zemininin herhangi bir farkı yoktu. Galatasaray kafilesinin bulunduğu uçak da inemedi Sivas'a. Kayseri'ye indiler ve otobüs aktarmalı olarak geldiler. Maç öncesi herhangi bir olumlu not yoktu görüldüğü gibi.
Maçın başlamasıyla beraber, Sivasspor da fütursuzca saldırmaya başladı. Kanatlardan etkili olmayan çalışan Yiğidolar, iyi ekmek yedi kanat ataklarından. Özellikle Erman Kılıç'ın soldan ceza sahasına girip yarattığı tehlikeler ön plandaydı. Galatasaray ise ilk 15 dakika Sivasspor ceza sahasına bile girememişti. Bu durumlarda, büyük takımlarda ekstra katkı verecek oyuncular olabilir. Bu sefer ki isim de Necati Ateş'ti. Yaklaşık 30 metreden harika bir aşırtma vuruşla takımını öne geçirdi tecrübeli golcü. Sivasspor'un iyi oynadığı bir anda böyle bir golün gelmesi direnç kırıcı oldu. O dakikaya kadar tempolu giden oyun, yerini sıkıcı bir futbola bıraktı devre sonuna kadar. Devre sonunda Eneramo'nun müsait durumda topu dışarı vurması, kırılma anıydı.
İkinci yarıya yine etkili başlayan taraf Sivasspor'du. Bu sefer de Grosicki özelinde gelişen ataklarla etkili oldular. Muslera'nın kurtarışlarıyla bu atakları defetti Galatasaray. Ancak bu etkili olduğu dakikalarda, Necati'ye bir pozisyon fırsatı tanıdı Sivasspor. Senecky'nin kurtarışı olası bir kazayı engelledi. Akabinde, Selçuk'un kullandığı kornerde Ujfalusi'nin zayıf vuruşu, kaleye tıngır mıngır gitmesine rağmen kale çizgisini geçti. Bu garip golle rahatladı Galatasaray. 2-0'dan sonra Grosicki önderliğinde ataklar yapmaya devam etti  Sivasspor ancak etkili olamadı. 2-0'ı koruma politikası içinde Galatasaray, kontrataklarla gol arıyordu. Necati'nin pasıyla Aydın'ın attığı golle de 3-0'ı yakaladılar. Ardından son dakikada Selçuk'un ara pasıyla Necati skoru 4-0'a getirdi. Böylece Galatasaray, zorlukla geldiği bu önemli deplasmandan rahat bir galibiyetle İstanbul'a dönmüş oldu.
Galatasaray'ın böylesine kolay bir galibiyet alacağını kimse beklemiyordu. Sivasspor da kötü bir oyun oynamadı. Aksine iyi oynadılar ve maksimum derecede pozisyon yarattılar. Ancak burada Muslera faktörü öne çıktı. Yaptığı kurtarışlarla defansını ayakta tuttu Uruguaylı kaleci. Sivasspor mutlak gol pozisyonu olarak,  biri 3-0'dan sonra olmak üzere iki pozisyon yakaladı. Ancak Erman ve Grosicki'nin çaprazdan getirdiği toplara karşı sağlam müdahaleler yaptı Muslera. Necati'den sonra Galatasaray'ın en iyisi diyebiliriz. Ujfalusi'yi de iyi oynayanlar kürsüsüne çıkarabiliriz. Ayrıca 2006'dan sonra ilk defa gol attı Çek oyuncu..  Elmander belki hücumlarda istenilen etkiyi yaratmadı. Ancak çok koştu ve çok çalıştı İsveçli oyuncu.
Galatasaray geneline baktığımızda, takım 14 deplasman maçının sekizinde gol yemedi. Ayrıca son beş maçtır kazanan Galatasaray, son üç maçta da 10 gol attı.
Sivasspor ise uzun bir aradan sonra evinde kaybetti. Skorer bir takım Sivasspor, ancak attıkları 50 golün yanında 48 gol yediler. 29 maçta 48 gol yemek, yememekten daha zor.  Rıza Çalımbay'ın oynattığı hücum futbolu gayet keyifli bizler için. Ancak defansif yönü de biraz düşünmeleri lazım.
Maçın Adamı: Necati Ateş
Maçın kırılma anı : Eneramo'nun kaçırdığı pozisyon