5 Kasım 2012 Pazartesi

26 Numara

Takvimler 24 Şubat 1991'i gösterdiğinde İzmir'de, çocuklarının geleceğinin ne kadar parlak olacağını tahmin edemeyen çiçeği burnunda anne-baba, az önce doğan sarışın çocuklarının  sevincini yaşıyorlardı. Bergama'nın sokaklarında büyüyen bu minik, sürekli futbol oynuyordu. Kendisi aslında görece olarak iyi bir kaleci olan baba, dedenin reddiyle profesyonel olma mutluluğuna erişememiş, hayallerini gerçekleştirememişti. Çocuğunun ise bu duruma düşmesini pekala istemiyordu Kaya ailesinin reisi.


Semih adını verdikleri bu sarı saçlı çocuk, futbola pek meraklıydı. Mahallenin futbol takımında seçmelere girse de, 40 kişi arasından seçilen 38 çocuğun arasına giremedi Semih(Diğer seçilemeyen de kuzeniydi). Yine de yılmadı, daha uzakta bulunan Petkimspor'a alındığında 10 yaşındaydı. Gidip gelmesi zordu, haftada beş gün antrenman vardı ve yol yaklaşık 3-4 saatti. Babası götürüp getirdi sarışın ufaklığı, kendi babasından göremediği desteği oğluna vermek konusunda pek kararlıydı. Sağ açık oynuyordu Semih, şu sıralar buna inanması pek güç olsa da. Bir yıl sonra amatör bir sözleşme ile Helvacıspor'a transfer oldu. Sağ kanadın her bölümünde oynamıştı ufaklık, göze batıyordu performansıyla. Bu kadar göze batması, Altay'a transferini de beraberinde getirdi. 2004 yılında yine bir amatör sözleşme ile Altay altyapısına girdi. Sağ açık başladığı kariyerine, stoper olarak devam ediyordu Semih. Giderek yükselen performansı ve bununla beraber gelişen fiziği, çocukluğundan beri gönül verdiği takımın gözlemcilerinin dikkatini fazlasıyla çekti. O sıralar Semih'in değerini pek bilemeyen ve ileriki yıllarda Semih'in transferi konusunu irdeleyecek olan Altay, 8.000 euro yetiştirme bedeli karşılığında Galatasaray'a verdi Semih'i. Ama tabii, burada bazı sıkıntıları aşmak gerekiyordu.



Semih'in annesi ve babası haliyle İzmir'de yaşıyordu ve geçimlerini doğal olarak burada sağlıyorlardı. Oğullarının transferini her ne kadar büyük sevinçle karşılasalar da, onunla beraber İstanbul'a gelemediler. Dedesi yardım etti Semih'e, önemli bir fedakarlıktı bu. Onunla beraber her şeyi bırakıp İstanbul'a geldi dedesi. Transfer olmuştu olmasına, ama Altay, Semih'in 'kaçırıldığını' söylüyordu. Bir süre devam eden iki kulübün tartışması sonucunda Semih, Galatasaray'da kaldı.

Çok iyi bir gelişim gösteren 'Rus' lakaplı sarışın stoper, Galatasaray'ın alt yaş gruplarında savunmanın sigortasıydı. Ancak, 25 Şubat 2007'de Süper Gençler Ligi'ndeki Beşiktaş maçında, Batuhan Karadeniz'in rövaşatasına kafasını sokan Semih, cesaretinin kurbanı oldu. 'Beyinde kan pıhtılaşması' teşhisiyle hastahaneye kaldırılan genç stoper, geçirdiği ameliyatın tam sekiz ay sonrasında formasına kavuşabildi. (Bir efsaneye göre, hastahanede ''İyileşip çıktığında Fenerbahçe'li olacaksın, tamam mı?'' diyen hemşireye, 'O zaman beni çıkartmayın.' demiştir.). Hızlı bir şekilde eski formuna kavuşan Semih, bunun mükafatını 14 Aralık 2007'de oynanan Sivasspor maçının kadrosuna girerek almıştır. Yavaş yavaş, medyada 'bu çocuk olur' kıvamına gelse de, Portekiz ile oynanan U19 maçında diz bağları koptuğu için tekrar ameliyat zorunda kaldı. Talihsizlikler bir türlü yakasını bırakmasa da, eski formuna tekrar kavuştu Semih. Galatasaray'ın 'kayıp' olarak nitelendirebileceğim 2008-2009 sezonunda, Skibbe'nin kovulmasıyla göreve gelen Bülent Korkmaz, genç stopere hakettiği forma şansını, Nisan ayında oynanan İBB maçında verdi. Ancak, sezon sonunda dizinden tekrar sakatlanan Semih, bu sefer eski formuna biraz daha uzun bir süreç sonunda kavuştu. 09-10 sezonunun ikinci yarısında Gaziantepspor'a kiralansa da, burada sadece bir kez forma şansı bulabildi. Yoksa, her şey başlamadan bitecek miydi?


Dönüm noktası ise, 2010-11 sezonu öncesi gerçekleşti;  Galatasaray, Denizlispor'dan Çağlar Birinci'yi transfer etti. Karşılığında ise Semih'i vermek istedi. Ben ve benim gibi Semih'in ne kadar değerli olduğunu bilen insanlar, bu harekete öfke kusmuştu. Kariyerinde bir düşüşe sebep olacak bu hamleyi reddeden Semih, geleceğinde önemli bir yere sahip olacak daha güzel bir hamle yaptı ve Kartalspor'a kiralık olarak gitti. Burada, kendisine idol olarak aldığı John Terry gibi 26 numaralı formayı alan 'Rus',  sezonun ilk yarısında pek forma şansı bulamadı. Ligin ikinci yarısında teknik direktör değişikliği sonucu Engin Korukır, Kartalspor'un başına geçti. Semih'i milli takımın alt yaş gruplarından tanıyan antrenör, genç stopere bolca şans verdi. Bu şansları oldukça iyi değerlendiren 'Rus', Kartalspor'un lige tutunmasında önemli bir rol oynadı.

Kartalspor'daki performansıyla, önceki sezonda onu göndermek isteyen yöneticilerin yüzünün kızarmasına sebep oldu. 2011-12 sezonunda, Ujfalusi-Servet-Gökhan Zan'ın ardından 4. stoper olarak kadroda yerini aldı. Olaylı geçen Gaziantepspor maçında Servet'in kırmızı kart görmesiyle, 9. haftadaki Kayserispor deplasmanında ilk 11'e monte etti onu Fatih Terim. Neredeyse sıfır hatayla bitirdiği maç sonrası Semih, takımın gözdesiydi. Maç sonunda verdiği röportajda, "Semih'e güvenerek doğru karar vermenin sevincini yaşadım. Ben oyuncunun forma isteyenini, formayı sırtına geçirdikten sonra kimseye bırakmayanını severim."  diyen Fatih Hoca, Semih'e duyduğu güveni herkese gösterdi. O maçtan itibaren, tüm sezon boyunca harika oynayan Semih, şampiyonlukta Ujfalusi ile beraber yakaladığı uyum ile büyük rol oynadı.


İzmir'den, büyük fedakarlıklarla başlayan yolculuğu, İstanbul'da Galatasaray ile devam eden Semih, şu an Türkiye'nin en iyi stoperleri arasında. O, geldiği yerin farkında ve sürekli olarak röportajlarında bunu vurguluyor. Şu an bu duruma gelmesinde büyük rol oynayan annesi babasını, yedi yıl sonra yanına, İzmir'den İstanbul'a getirdi. Çocukluğunda, İzmir-Bergama'nın sokaklarında topa vururken, kendini A Milli Takım'da hayal ederdi. Şu an Milli Takım'ın en iyi stoperlerinden biri. Semih, başarı basamaklarını birer birer değil, üçer üçer çıkıyor. Galatasaray'a gönül verenlerin en büyük korkusu ve aynı zamanda isteği, onun Avrupa'da iyi bir takımda oynaması. Bir-iki yıl içinde bunu da başaracaktır 'Rus'. Potansiyeli, şu an gösterdiği harika performanstan daha da fazla. İdol olarak gördüğü Bülent Korkmaz ve John Terry gibi kariyerini şekillendirmesi en büyük dileğim. Tek temennim, John Terry'ye huy olarak benzememesi. Yolun açık olsun 'Rus'..

20 Eylül 2012 Perşembe

Favori Belli, Şampiyon Kim?


‘Makine düzeninde işleyelim’ anlayışı ile oluşturulan takımların arenası Bundesliga, bu akşam başlıyor. Ligin yeni ekiplerinin, Bundesliga’nın köklü takımlarına 3-4 atabildiği, sürprizlerin gırla olduğu, taraftar kültürüne imrendiğim, stadyumların genellikle dolu olduğu bu ligi izlemek, herkes için ayrı bir keyiftir muhtemelen. Sergen Yalçın’ın ‘çok sürpriz oluyor’ uyarısını da dikkate alarak, bu lige bahis oynama konusunda son derece tedbirli davranmakta yarar var.
Başlıktan yola çıkarak, ligin favorisinin her zaman Bayern Munih olduğunu söyleyelim.  Her ne kadar son iki sezonda Dortmund destanlar yazsa da, isimlerine methiyeler düzülse de, Klopp da kabul ediyor Bayern’in her zaman şampiyonluğun en büyük favorisi olduğunu. Genele baktığımızda ise, iki favori var gibi duruyor : Dortmund ve Bayern.. Ancak, bu keyifli ligde sürprizlerin kol gezdiğini düşünürsek, Werder veya Schalke de şampiyon olsa şaşırmam.


KLOPP VE KOLEJ TAKIMI
2005’te iflas bayrağını göndere çeken bu değerli kulüp, 2012’nin ortalarında başarı havuzunun içinde yüzüyor. ‘Gün Batımından Şafağa’ film ismini Borussia Dortmund için uyarlarsak, pek de yanlış yapmış olmayız.
2008’de Klopp takımın başına geldiğinde, böylesine başarıların geleceğini kim bilebilirdi? Ancak, Klopp ile yükselişe geçen BvB, 2010-2011 ve 2011-2012 sezonlarını şampiyon kapayarak bir rüyayı gerçekleştirmeyi başardı. Bu başarılarda kilit nokta istikrardı. Beraber oynamaya alışan genç oyuncular ve onlarla harman olan tecrübelilerle birlikte harika bir ekip Dortmund. Oynadıkları oyundan keyif alıyorlar ve makine düzeninde işleme konusunda belki de Bundesliga’nın en iyisi konumundalar. Klopp geride bıraktığımız iki sezonda olduğu gibi yine Bayern’i favori gösterdi, ancak bu ‘kolej takımı’, Bayern’in hegemonyasına kafa tutan yegane takım. Taraflı tarafsız herkes, Dortmund’un başarılı olmasını istiyor.
Sezon başında ‘uyum sorununu aşamadığı’ gerekçesiyle takımdan ayrılan Barrios ve ManU’ya transfer olan Kagawa, önemli kayıplar olarak görünüyor. Kagawa’nın yerini yıldız adayı Marco Reus ile doldurdular. Ama  Barrios’un gidişiyle beraber forvette elle tutulur tek isim Robert Lewandowski gözüküyor. Belki burada bir sıkıntı yaşanabilir, sonuçta Şampiyonlar Ligi de fikstürlerinde mevcut. Mario Götze’nin sakatlıklarla geçen sezon sonrası iyileşmesi, taraftarı mutlu etmiştir muhtemelen. Takımın ona ihtiyacı, Kagawa’nın gidişiyle beraber daha da arttı keza. Defans ve orta saha bloğundaki önemli isimleri takımda tutarak önemli bir artı kazandılar. Benim en büyük beklentim ise, yeni transfer genç Leonardo Bittencourt..  Yıldız adayı olarak pek tanınmasa da, sezon boyunca süre alırsa dikkatle izlemenizi tavsiye ederim.
Taraftarın takıma duyduğu paha biçilemez sevgi ve iki şampiyonlukla gelen rahatlık, takımın iyi futbol oynamasının önündeki engelleri bir bir kaldırıyor. Başarıyla geçen iki sezonun ardından, Şampiyonlar Ligi’nde de başarı beklemek hayalcilik olmaz. En azından ikinci turu görmesi gerekiyor BvB’nin.. Ama başarılı olmasa bile, Westfallen’de her zaman sevgiyle, harika bir atmosferle karşılanacak bu değerli takım.


HER ZAMAN FAVORİ: BAYERN MUNİH
Harcanan milyonlarca euro para, kaybedilen finaller, kullanılamayan penaltılar ve hayal kırıklığı ile geçen son iki yıl.. Allianz Arena sakinlerinin artık başarısızlığa tahammülü kalmadı. İkincilik hiçbir zaman Bayern Munih için bir başarı olmadı ve olmayacak. Bu sene kredileri yok denecek kadar az, hatta hiç yok. Taraftar, şampiyonluğa son iki yılda hasret kaldı ve Dortmund’un iki yıllık şampiyonluk serüvenine nokta konulmasını istiyor. 2010’daki ŞL finaliyle başlayan ağır darbeler silsilesi, 2012 ŞL finalinde Chelsea’ye Allianz Arena’da kaybedilerek devam etti. Arada Dortmund’a kaybedilen şampiyonluklar ve geçtiğimiz sezon Almanya Kupası finalinde Klopp’un öğrencilerinden yenilen beş gol de cabası. Tahammül artık sıfır ve değişim şart..
İlk olarak sportif direktörlüğe Matthias Sammer getirildi. Sağlam bir hamle olmakla beraber işin ilginç yanı, Sammer’in neredeyse bütün başarılarını Dortmund çatısı altında kazanması. Yine de Sammer’in kulüpte köklü değişiklikler  yapması bekleniyor.
Transferde ise kadro derinliğini sağlama amacıyla önemli transferler yapıldı. Gol makinesi Mario Gomez’in rotasyonuna Mario Mandzukic ve eskiden de Bayern forması giyen Claudio Pizarro dahil edildi. Basel’den alınan Xherdan Shaqiri ile kanat rotasyonuna da takviye yapan Bavyera ekibi, yıllardır sorunlu olan stoper pozisyonuna da, geçen sezon Gladbach’ta harika bir sezon geçiren Dante’yi monte etti. Alt yapıdan çıkarılan Emre Can da, çok yönlü bir oyuncu olmasıyla takıma oldukça fazla katkı sağlayacaktır. Schweinsteiger reyizin yanına alınması beklenen Javi Martinez kadroya dahil olursa, yıllardır dengesiz olan hücum-savunma kalite farkı dengelenecektir.
Bu oyuncu topluluğuyla ligin en iyi kadrosuna sahip olduğu kesin Bavyera ekibinin. Ancak, Dortmund kadar takım olup şampiyonlukta söz sahibi olacaklar mı, onu zaman gösterecek. Almanya takımlarının ŞL’de dört takımla temsil edilmesinin baş mimarı da kendileri. Yine ŞL’de en az yarı final yaparlarsa şaşırmam.
PLASELER VE GÖZE ÇARPANLAR
Bayern-Dortmund ikilisini zorlayacak takımlar da yok değil. Magath önderliğindeki Wolfsburg, Huntelaar’lı Schalke, ligin iki favorisine zor anlar yaşatabilir belki de. Gladbach’ın da De Jong ve Xhaka takviyeleriyle beraber ligin sürpriz takımlarından biri olabileceğini söyleyebiliriz.
Özellikle Schalke’nin bir şeyler yapması şart. Uzun zamandır Ruhr bölgesinin diğer tarafındaki ezeli rakipleri Dortmund’un başarılarını izliyorlar. Bu sene de bir hamle yapamazlarsa, yine ezeli rakiplerinin kutlama törenlerini izleyebilirler.
Her ne kadar Serie A aşığı olsam da, Avrupa’da en ateşli ve atmosferli maçların, Premier Lig ve Bundesliga’da oynandığı aşikar. Bu sene yine keyifle izleyeceğiz Bundesliga’yı. Dortmund’un maçlarını kaçırmamak, Gomez’in bitirici vuruşlarında kendimizden geçmek, Magath’ın Wolfsburg’unun disiplinini görmek, Huntelaar’ın yine saymaya başlamasını izlemek, oldukça keyifli olacaktır. Bu keyifli ligi izlemeyi unutmayın.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Bana Son Şampiyonluğu Anlat Kenny..

1985'te, İngiltere'de soğuk geçmeye aday aylardan Kasım'ın 6'sını gösteriyordu takvimler. Daha 'Sir' ünvanını almamış, gelecekte neler yapacağı henüz meçhul Alex Ferguson'ın, Manchester United'ın başına geldiği gündü o gün. Geldiğinde, o sakızı hiç esirgemediği ağzından dökülen ilk sözler ' Liverpool'u geçeceğiz' olmuştu. Kararlıydı Fergie. Ama o dönem, şimdiki 'Sir'e gülüp geçenler oldukça fazlaydı. Hatta ManU taraftarları bile ' aklını kaçırmış olmalı' diye düşünüyordu muhtemelen. Sir'ün haklı olduğunu yıllar geçtikçe görmekle beraber, asıl sorulması gereken soru şuydu: Liverpool'un böylesine kötü bir duruma geleceğini, taraftarı ateşlemek için o sözleri söyleyen Sir'den başka kim tahmin edebilirdi?

70-90 arası.. Liverpool'un adeta şahlanıp, Avrupa Futbolu'na damga vurduğu 20 yıl. Kevin Keegan, Joe Fagan,   Alan Hansen, Kenny Dalglish, Graeme Souness, Terry McDermott, Ian Rush, John Barnes, John Aldridge.. Bu efsaneler önderliğinde kupalara ambargo koymuştu 'Kırmızılar'. Onları durdurabilecek herhangi bir takım, güruh, topluluk, tarikat vb. hiçbir şey yoktu. Takımı ölümüne destekleyen 'Kop' tribünü vardı. Hiçbir zaman oturmayan, takımına kendini adamış o taraftar topluluğu.. 'You'll Never Walk Alone' gibi muhteşem bir kelime topluluğunu, adeta takımın ruhu haline getiren, bu tezahüratı Dünya'nın en güzel ezgisi olabilecek şekilde söyleyen taraftar grubuydu onlar. Anfield'da kazanılan zaferlerle beraber alınan kupalar artık alışkanlık haline gelmiş, 'Başarı' denince akla ilk gelen takımın Liverpool olduğu yıllardı 70-90 arası.. 77'ye kadar Keegan önderliğinde, Keegan'ın Hamburg'a gitmesiyle  onun yerine geçen Dalglish önderliğinde harika futbol oynayan bir takım vardı. Hele ki Dalglish-Rush ikilisinin, isimlerine methiyeler düzülecek seviyedeki performansları.. Bu süreçte alınan 11 lig şampiyonluğu, 3 FA Cup,  4 Lig Kupası, 10 Community Shield ve en önemlisi, 4'ü Şampiyon Kulüpler Kupası, 2'si UEFA Kupası olmak üzere 6 Avrupa Kupası vardı. Böylesine bir başarıyı kaç takım yakalamıştı o yıla kadar? Kaç takım böylesine bir ambargoyu 20 yıl özelinde koyabilmişti? Her şey bu kadar iyi gidebilir miydi?

Her şey o kadar da iyi gidemezmiş. 1985'te yaşanan malum Heysel Faciası, takımın ayarlarıyla fazlasıyla oynadı. O dönemin başbakanı Thatcher, UEFA'ya yaptığı baskı ile, İngiltere futbol takımlarının beş yıl Avrupa Kupaları'ndan men edilmesini sağladı. Aynı dönemde Liverpool'a verilen ceza ise 10 yıldı. Daha sonra bu ceza altı yıla indirildi. Facianın olduğu sıralar takımın başında bulunan isim Joe Fagan'dı. 85-86 sezonu öncesi takımı bıraktığını açıklayan Fagan'ın yerine ise, oyuncu-menajer olarak Kenny Dalglish geldi. Big Kenny, FA Cup ve Premer Lig'i alarak duble yaptı o sezon. Avrupa'ya gidememesine rağmen, koyduğu ambargoyu İngiltere özelinde devam ettiriyordu Dalglish önderliğindeki Kırmızılar. Oynanan güzel futbol, özellikle Graham önderliğindeki 5-3-2'li  ' Boring Boring Arsenal''in olduğu bir lige fazlasıyla keyif veriyordu. Ama takımın peşini aksilikler, facialar bırakmıyordu. 1989'daki Hillsborough Faciası, takımın ikinci derin yarası oldu. Faciadan sonra oluşturulan Taylor Raporu sonucunda, kale arkalarındaki ' ayakta izlenecek yerler' kaldırıldı. Bu da Kop Tribünü'nü biraz daha pasif kıldı. Ancak bu olaydan sonra Dalglish'in yapmış olduğu işler, onun neden böylesine bir efsane olduğunun kanıtıdır. Günde neredeyse dört cenazeye katıldı Big  Kenny. Ailelerle ilgilendi, yaralananları ziyaret etti, saatlerce telefonda dertleşti yaralananların yakınlarıyla. Taraftarın hep yanında oldu, dertleriyle ilgilendi. Sokak çocuklarını topluma kazandırmaya çalıştı daha sonraki yıllarda. Ancak dayanamadı Kenny.. 1990-91 sezonunda, takım lider giderken istifa etti. İstifa etmese, belki de takım daha iyi yerlerde olabilirdi şu zamanlarda. 1990 yılındaki o şampiyonluk, son şampiyonluğu oldu Kırmızılar'ın.
O yıldan sonra kimler gelip geçti, hiçbiri Liverpool'un baş ağrısına bir 'Majezik' olamadı. Yıllardır yapılan teknik direktör yanlışları, yanlış ve pahalı transferler ve bunlarla beraber gelen sportif başarısızlıklar, kulübün, İngiltere'de arka planlara sevk edilmesiyle sonuçlandı. Houiller'nin panik atakları, Benitez'in cesaret yoksunu hareketleri,  Hodgson'ın baskıyı kaldıramayışı..Uzun süre kulübün sahibi durumunda bulunan Hicks-Gillett ikilisinin, kulübün borçlarını 350 Milyon Pound'a kadar yükseltmesi ve bunun sonucunda doğru transferlerin yapılamaması.. Bunların hepsi, Liverpool'un çöküşünün başlıca sebepleri oldu. 1990 yılına kadar İngiltere'de ve Avrupa'da, Kasap Havası'nın son dakikaları gibi çılgınca giden kulüp, şu aralar Kasap Havası'nın ilk dakikalarına geri döndü. Üstüne üstlük, ezeli rakibi Manchester United'ın da gerisine düştü şampiyonluk sayısında Kırmızılar. Daha ne kadar kötü bir tablo çizilebilir ki? Bu anda yapılabilecek en iyi hamleyi yaptı kulübün yeni sahibi Werner ve Kenny Dalglish'i takımın başına getirdi. 2010-2011 sezonu ikinci yarısında, takımda toparlanma hal ve hareketleri görünse de, bunu geçici bir nitelik taşıdığı 2011-2012 sezonu ile gün yüzüne çıktı. Dalglish'in, 'Eskiden yaptığım gibi Adalı futbolcularla başarıya ulaşırım' politikası, başarısızlıkla sonuçlandı. Özellikle, Henderson ve Downing gibi ortalamanın biraz üstü Adalı futbolculara eşek yüküyle para verilmesi büyük bir eleştiri konusu oldu. Gerrard'ın olduğu yerde Charlie Adam'ın fazla bir işi olmaması gerekirken, bu İskoç'a fazlasıyla bel bağladı Big Kenny. Aslında bu durum Kenny'nin suçu olmaktan öte, Ada'da alt yapıdan çıkan oyuncunun kalitesiyle alakalı. Kenny'nin Adalı futbolcularla ilgili olan planı doğru olabilir. Ama kaliteli ve Adalı futbolcu sayısı yok denecek kadar az. Ben hala Big Kenny ile, Liverpool'un eski günlerine geri döneceği düşüncesindeyim. Kenny'nin, 'Adalı Futbolcu' düşüncesini değiştireceğini de düşünüyorum gelecek sezondan itibaren. Andy Carroll gibi bir düz oyuncuya 41 milyon verilmesi en büyük hataydı belki de. Kenny'nin böyle bir hatayı bir daha yapmayacağını da düşünüyorum. Onun futbol bilgisi ve cesareti, bu sene gösterdiği performanstan kat ve kat daha fazla.

Kim bilir, belki de gelecek sezondan itibaren, yeni başarı hikayeleri anlatmaya başlar Big Kenny. Belki, Kop Tribünü yine eskisi gibi başarı için söyler ' You'll Never Walk Alone'u.. Yeni John Barnes'lar göremeyiz belki, ama Ada dışından yeni genç yeteneklerle beraber şampiyonluk hikayeleri dinleyebiliriz, Dalglish önderliğinde. Muhtemelen Kenny'ye, ' Bana Son Şampiyonluğu Anlat Kenny Amca' diyorlardır, Liverpool sokaklarında. Artık yeni şampiyonluklar lazım Kırmızılar'a. Hala Avrupa Kupaları ile beraber en başarılı takım Liverpool, İngiltere'de. Neden yeni başarılar eklenmesin ki? Haydi Kenny, bize yeni şampiyonluk hikayeleri anlat..

28 Mart 2012 Çarşamba

Ligue 1'in yükselen değeri: Olivier Giroud

Bu sene herhalde Ligue 1'de Montpellier'nin çıkışını bilmeyen yoktur. Aslında Fransa'da son yıllarda ' bu sene mütevazı takımlardan hangisi kafaya oynar ' klişesinin son ürünü Montpellier. Bunu iki sene önce yine yapsalar da, bu seneki bir başka. Bu haftasonu da liderliği devraldılar PSG'den ve oldukça iddialılar şampiyonluk yolunda. İddialı olmalarının en büyük sebeplerinden biri de, 25 yaşındaki 1.92 lik dev golcü Giroud.. Şu ana kadar 18 gol atarak gol krallığında lider durumda bulunan dev Fransız, bunun sinyallerini daha önce gösterdiği alt lig performanslarıyla vermişti. 2005'te Grenoble Foot'ta başlayan kariyeri, kiralık olarak Istres'te devam ettiğinde daha 20'li yaşlarındaydı. 14 golü filelere gönderdikten sonra haliyle dikkatleri üzerine çekti, ancak Ligue 1'den değil yine de. Tours, Grenoble'dan Giroud'nun bonservisini aldığında Fransız golcü için önemli bir zıplama tahtası olacağını biliyor muydu acaba?

Tours'ta ilk sezonunda iyi oynasa da, asıl patlamayı 2009-2010 sezonunda yaptı. Ligue 2 gibi maçların oldukça kısır geçtiği bir ligde,21 golü rakip filelere göndererek gol kralı olmak kolay bir iş olmasa gerek. Olivier Giroud, sezon içerisinde golleri sıralarken, devre arasında Montpeiller'nin ilgisini çekti. 4.7 M Euro'ya Giroud ile sözleşme imzaladı Montpeiller ancak devre arası değil de sezon sonu için anlaştı Tours ile. Bunun nedeni büyük ihtimalle iyi giden takımı bozmamaktı. Zira o aralar Camara-Montano-Tino Costa triosu iyi taşıyordu takımı. Ligue 2'yi  gol krallığıyla geçtikten sonra 2010-2011 sezon başında Montpeiller'ye katıldı Giroud. İlk sezonunda 12 gol atsa da, takımı ligi 14.sırada bitirdi.  Bu sezon ise şu ana kadar 18 gol attı Giroud ve ne kadar isabetli bir transfer olduğunu gösterdi. Ait Fana-Belhanda, zaman zaman Utaka'nın da yardımıyla takımın skor yükünü çeken yegane isim Giroud. Boyuna rağmen iyi tekniği ve son vuruşlardaki becerisi harikulade. Ayrıca sahada sakin kalabiliyor, özellikle son vuruşlarda heyecan yaptığını daha görmedim. Boyuyla orantılı olarak kafa toplarında da oldukça hakim. Boyunun yanında oldukça da kalıplı bir oyuncu Giroud. Oyun tarzını daha çok Vieri'ye benzetmemle beraber, tip olarak da benzemiyor değil açıkçası. Ara sıra 'Fransa'nın Vieri'si' diyesim geliyor bu dev golcüye. Gol yollarında ne kadar başarılı olduğu belli. Ancak attığı 18 golün yanında 8 de asist yapması, takım oyununa yatkın ve bencillikten uzak olduğunun bir göstergesi gibi. Emre Utkucan üstadın ' Adamım Giroud' diye söz etmesi pek de şaşırtıcı olmasa gerek böyle bir golcü için.
Fransa'da yıldızlaşan her oyuncunun ve özellikle her Fransızın adı illa Arsenal ile geçer. Nitekim geçmeye devam ediyor da. Ancak Arsenal'in yanında dev Fransız'ı isteyenler arasında Aston Villa, Newcastle, Liverpool, Bayern Munih, Juventus gibi kulüpler de mevcut. Hatta Liverpool'un Giroud için 15 Milyon Euro'yu gözden çıkardığı söyleniyor. Kulüp daha önce satmayacağını söylese de( ki Fransa kulüplerinin 'satmayacağız' demesi, sadece fiyatı arttırmaya yönelik bir harekettir), daha sonra 16 Milyon Euro'yu getirenin Giroud'yu alacağını salık verdi. Naçizane fikrim, Giroud'nun şu an en kolay forma şansı bulacağı büyük takım Liverpool olacağı yönünde. Bu sene gol yollarında büyük sıkıntı çeken kırmızılara ilaç gibi gelecektir Giroud. Aston Villa ve Newcastle için zaten biçilmiş kaftan olmakla beraber, Liverpool ile daha da yıldızlaşacağını düşünüyorum. Liverpool'un bu sezon son vuruş yetersizliğinden dolayı evinde kaybettiği puanları, gelecek sezon Giroud ile en aza indirgeyeceğine şüphem yok. Tabi ki eğer Giroud, Liverpool'a giderse..

25 Mart 2012 Pazar

Aslan Evinde Tekledi


İki takım TT Arena’ya gelirken  Trabzonspor’un,  Galatasaray’ın oyununa ters düşeceğini düşünüyordum. Galatasaray’da Elmander’in yokluğu  bir dezavantaj olarak gözükse de, Baros’un gözünden bakarsak kendisini göstermesi için bir fırsat niteliğindeydi. Fenerbahçe maçında 2-0’dan maçı 2-2’ye getiren takım moralli olsa da, Sivasspor maçında oynanan oyun kafalarda soru işaretleri bırakmıştı. Trabzonspor ise hafta içi kupa maçı hariç ligde uzun zamandır yenilmiyordu. Olcan, Burak, Volkan gibi hızlı oyuncularla kontrataklar  ile tehlikeler yaratabilirdi Trabzonspor.
İlk yarı başladığı gibi iki takımın da oyun planı belirli gibiydi. Galatasaray önde basıp iyi paslarla pozisyon arıyordu. Trabzonspor ise her ne kadar önde bassa da, geride kalıp hızlı hücumlarla gol arıyordu. Özellikle Galatasaray’ın maçta panik içinde olduğu görülüyordu ve son derece gerginlerdi. Trabzonspor’un oyunu, ön gördüğüm gibi Galatasaray’ı bozmuştu haliyle. Kendi sahasından çıkarken de hiç alışık olmadığımız şekillerde top kaybediyordu Galatasaray ki bunda Trabzonspor’un yaptığı önde baskı etkiliydi. Nitekim bu oyun ile golü de buldu Trabzonspor, Burak ile.. Ancak golden önce faul olmadığını net şekilde söyleyebilirim. Ama Galatasaray defansının uyuması ve takımın faul olmadığına yönelik itirazı golü getirdi diyebiliriz. Bu golden sonra Galatasaray’ın panik havası iyice arttı ve olağandışı bir biçimde iyice dağınık oynamaya başladılar. Sanki lider gibi değil de, lideri takip eden takım hüviyetindeydi Sarı-Kırmızılı ekip. Trabzonspor yine kontrataklarla etkili oldu ancak ilk yarı tek golle geçildi. Galatasaray’ın tek ciddi pozisyonu Melo’nun arka direkte vurduğu serbest vuruş organizasyonuydu. Belki de Galatasaray’ın ilk yarıda bilinçli olarak yaptığı tek atak buydu. Hiçbir zaman hakemler hakkında yazmamakla birlikte,  ilk yarıda Cüneyt Çakır zorladı yazmam için. Bu kadar kolay kart çıkarıp oyunun kontrolünü kaybetmesi, bir derbi maçı için pek de hoş emareler değildi.
İkinci yarıya her ne kadar baskılı başlasa da, yine o gergin havasından çıkamadığı için gerekli pozisyonları üretemiyordu Galatasaray. Özellikle Necati-Baros ikilisinin gözle görülür uyumsuzluğu, son paslarda  hayal kırıklığı yaşamasına neden oluyordu Sarı-Kırmızı’ya gönül vermiş taraftarlar adına.  Elmander’in eksikliğini büyük ölçüde hissediyordu Galatasaray ve kanatlarda da her zamanki eksiklik göze çarpıyordu. Tam anlamıyla kanat oynayabilecek tek oyuncunun Riera olması ve onun da formsuz olması, Fatih Terim’in elini kolunu bağlıyordu. Bazı pozisyonlarda ise, sanki şuta dair herhangi bir bilgileri yokmuş gibi, Galatasaraylı futbolcular vurmak yerine saçma paslar vermeyi tercih ediyordu.  Galatasaray’ın bu dağınık, pozisyon bulamayan, bulsa da son pas hatalarıyla veya son vuruş eksiklikleriyle  harcayan görüntüsünün iyice hakim olduğu dakikalarda Alanzinho’nun o eline çarpan top, ‘Galatasaray’a uzanan yardım eli’ gibiydi.  Melo’nun gole çevirdiği penaltıdan sonra Galatasaray’ın baskısı devam etti. Karabükspor’dan geri alınan, bu maçta da geldikten sonra ilk defa oyuna giren Mehmet Batdal’ın inanılması güç bir şekilde harcadığı pozisyon, maçın kırılma anıydı. Berabere biten maçla beraber, Galatasaray haftalar sonra evinde puan kaybetmiş oldu.
Maça çıkmadan önce dokuz puan farkla lider durumda bulunan Galatasaray’ın, sanki lider değilmiş de, lideri kovalıyormuşçasına panik bir havada bulunması, anlaşılması zor bir durumdu. Trabzonspor gibi orta sahadan iyi toplarla çıkan ve ileride hızlı oyuncusu bulunan bir takıma karşı böyle pas hataları yapıp, gergin ve dağınık bir biçimde futbol oynarsanız, cezasını çekersiniz. Elmander’in eksikliği büyük ölçüde hissedildi ayrıca. Baros’un ezdiği toplardan bir klip hazırlanabilir diye düşünüyorum. Necati-Baros uyumsuzluğunda aslan payının Baros’a ait olduğu belli. Her ne kadar kötü oynasa da, Batdal’ın kaçırdığı inanılmaz pozisyon, üç puandan etti Galatasaray’ı.
Trabzonspor ise gereken futbolu sahada uygulamayı başardı ikinci yarının ortalarına kadar. Colman özelinde seri paslarla kontratağa çıkarak hızlı oyuncularla gol aradı maç boyunca Bordo-Mavili ekip. Bu strateji zaman zaman başarılı da oldu. Ancak  özellikle son dakikalarda iyice geriye yaslanınca, baskıyı tam anlamıyla üzerinde hissetti Trabzonspor. Batdal’ın son dakikada kaçırdığı pozisyon, Trabzonspor’un hak edilmiş bir puanına yazık edebilirdi.
Maçın Adamı: Gustavo Colman
Kırılma Anı: Mehmet Batdal’ın kaçırdığı pozisyon


18 Mart 2012 Pazar

Derbide İstediğini Alan Taraf Galatasaray..

Pek değerli! Süper Lig'imize genel olarak heyecan ve stres katan maçta Fenerbahçe, 2-0 öne geçmesine rağmen üstünlüğünü koruyamadı ve Galatasaray'ın maçı 2-2'ye getirmesini engelleyemeyerek  puan farkını indirme fırsatını kaçırdı.
Derbilerde genel olarak ilk 11'lerde sürprizler yaşanırdı. İki tarafın teknik direktörü de rakibin etkili silahlarını önleme doğrultusunda bazı hamleler yaparak kendi stratejisinden taviz verebilirdi. Ancak bu derbiden önce iki tarafta da sürpriz beklenmiyordu. Hem Fenerbahçe hem de Galatasaray, kadro istikrarını sağlamış durumda Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'na çıkacaklardı. Bu durum, rakibin etkili silahlarını kontrol etme açısından avantaj teşkil ediyordu iki takım için de. Galatasaray, genel olarak takım halinde hücum yapan, top trafiğini iyi düzenleyen ve defansı da takım halinde yapan dengeli bir oyun tarzına sahipti. Fenerbahçe ise daha çok Stoch-Alex-Sow triosunun gayretleriyle gol arayan bir oyun şekline sahipti. İki takımın da önemli oyuncularından yoksun olmadan Kadıköy'e gelmesi, güzel bir maçın habercisi gibiydi.


  Galatasaray da, Fenerbahçe de ileride baskı yaparak başladı maça. Yukarıda da belirttiğim gibi Alex-Sow-Stoch üçlüsünün gayretleriyle gol buluyordu genel olarak Fenerbahçe. Nitekim, Ziegler'in kötü ortasına harika bir voleyle can veren Sow'un golüyle öne geçti Sarı-Lacivertli ekip. Derbilerde rakibin direncini kırmak açısından erken gol bulmak çok önemlidir. Fenerbahçe, bu durumu ikiye katlayarak Sow'un golü akabinde Alex'in harika füzesiyle 15. dakikada 2-0 öne geçti. Pozisyona girmeden iki harika bireysel beceriyle golleri bulmuştu Sarı-Lacivertli ekip. Galatasaray panik yapmıştı, bunda  12 yıldır kazanamamanın etkisi büyüktü elbette. Erken gelen iki gol, Galatasaray'ın paniği, taraftarın ateşi.. Her açıdan önde gözüküyordu Fenerbahçe, ta ki 20.dakikaya kadar.. O dakikadan itibaren Fenerbahçe yavaş yavaş komaya girmeye başladı. Galatasaray ise, 15-20 dakikalar arasındaki paniğini atıp o bilindik futbolunu oynamaya başlamıştı. İlk 20 dakika  etkisiz olan Selçuk'un devreye girmesi, Elmander'in daha çok top alması, Galatasaray'ın ileride top tutmasını kolaylaştırdı. Necati-Elmander işbirliği sonucunda bulunan gol ve oynanan güzel futbol, ikinci yarıda da Galatasaray'ın daha etkili olacağının habercisiydi. Etkili olması beklenen Stoch'un, Eboue karşısında direnç gösterememesi de önemli bir durumdu. Alex takımı yine de iyi yönlendirse de , çok adamla hücum edemeyen  Fenerbahçe için 20-45 dakikalar arası  sıkıntı yüklü geçti.
Aykut Kocaman, maç sonrası '' Oyuncularım devre arası kaybetmiş gibiydi '' tarzında konuşmuştu. İkinci  yarıda sahada oynanan futbol, Aykut Kocaman'ın maç sonrası röportajını doğrular nitelikteydi. İkinci yarının başından itibaren oyunu rakip sahaya yığdı Galatasaray ve domine etmeye başladı. Zaten defansına gömülen Fenerbahçe varken sahada, Aykut Kocaman'ın tercihleri de bu duruma tuz biber olacak cinstendi. Stoch'un çıkması gerektiği aşikardı, ancak yerine alınacak oyuncu Selçuk Şahin olmamalıydı. Sow'un sola geçip Alex'in forvete geçmesi ve akabinde oyundan alınması, Fenerbahçe'nin iki pası bir araya getiremeyecek duruma gelmesine ön ayak oldu. Maç başından beri Serdar Kesimal'a üstünlük sağlayan Elmander'in, yine bir kafa topunda araya girip Hakan'ın önüne topu indirmesi ve Hakan'ın da topu ağlara göndermesi, İngilizlerin 'Super Fightback' dediği durumun özetiydi adeta. 2-2'den sonra Cristian'ın bir şutu vardı ceza sahası içinde. Fenerbahçe'nin ikinci yarı boyunca tek etkili atağı oydu belki de.. Galatasaray ikinci yarı oyunu domine etmişti ve istediğini almıştı. 90+4'te Baros'un direğe vurduğu top, belki de puan farkının açılıp Galatasaray'ın iyice rahatlamasını ve 12 yıllık özlemin sona ermesini engelledi.
Galatasaray istediğini alarak ayrıldı Kadıköy'den. Belki de daha fazlasını alabilirdi, ancak son dakikadaki altın değerinde pozisyonu değerlendiremedi Sarı-Kırmızılı ekip ve 12 yıllık özlemi dindirme fırsatını aşağı yukarı beş santimetre farkla kaçırdı. Galatasaray'ın 20. dakikadan sonra oynadığı futbol şiir gibiydi. Maç öncesi hafta içinde, Galatasaray'ın derbiye yüksek derecede konsantre olduğunu gördüm. 2-0'dan sonra oyunu geri çevirmek hiç kolay değildir derbilerde ve yüksek derece konsantrasyon etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum bu geri dönüşte. Bu durumun oluşmasında her ne kadar Aykut Kocaman'ın değişikliklerinin  payı olsa da, Galatasaray'ın oynadığı futbol için sadece ' pastanın üzerine konan vişne ' olarak düşünüyorum. Galatasaray'da özellikle Eboue, Semih, Elmander ve 20.dakika sonrası Selçuk'un fark yarattığını söyleyebiliriz. Semih'in,  Sow'un etkili oyununa rağmen az hatayla oynaması önemli bir faktördü. 


Fenerbahçe, 2-0 öne geçtikten sonra, artık öne geçtiği derbilerdeki alıştığımız ' kapanma ' oyununu oynadı. Maçın kilit noktalarından biri de buydu. Aslında ikinci yarı için böyle bir düşünceleri olduğunu sanmıyorum. Ancak Galatasaray'ın etkili oyunu, Fenerbahçe'nin defansa gömülüp skoru korumaya çalışmasına neden oldu. Stoch'un da etkili olamaması, hücumda Sow ve Alex dışında seçeneklerini kısıtladı Sarı-Lacivertli ekibin. Melo-Selçuk ikilisinin özellike ikinci yarıda Emre-Cristian ikilisine üstün gelmesiyle de elinde hiçbir kozu kalmadı Fenerbahçe'nin.


Fenerbahçe hücum-defans dengesini pek sağlayamıyor ve bu durum özellikle deplasman maçlarında büyük sıkıntı yaratmaya devam edecektir. Puan farkını azaltma fırsatını kaçırdılar ve önlerinde iki haftada Bursaspor-Trabzonspor dublesi var. Şampiyonluk şansının devam etmesi için kazanmak zorunda Fenerbahçe.


Maçın Adamı: Johan Elmander
Maçın kırılma anları: Aykut Kocaman'ın değişiklikleri ve Baros'un son dakikada direkten dönen topu

16 Mart 2012 Cuma

İç Çeker Beşiktaş Taraftarı..

Dün nedensiz bir umut vardı içimde, Beşiktaş'ın turu geçeceği konusunda. Her ne kadar form bakımından dibi görmek üzere olsalar da, bu önemli maçta taraftarın gazıyla maça tutunabileceklerini düşündüm. Ancak o nedensiz umut filizi de tükendi ilk 10 dakikadan sonra.. Beşiktaş, çok kötü bir oyunla veda etti Avrupa Ligi'ne..

Maç başlamadan önce Beşiktaş'ın ilk 11'ine baktığımda şaşırdım. Edu'nun kanatta oynadığı bir 4-3-3'ün nasıl yararlı olacağını düşündüm ama bulamadım. Ayrıca Pektemek'in böylesine bir maçta kulübede oturma görevini üstlenmesi de şaşırtıcı bir durumdu. Edu'yu  Orduspor maçında gönderdiği füze için ilk 11'e almış olabilir Carvalhal, başka bir açıklaması yok. Atletico Madrid ise Salvio'nun kulübede oturması dışında beklediğim şekilde sahaya çıkıyordu. Tabi ki Falcao, en önemli kozdu.
 Maç başladığı gibi istekli göründü Beşiktaş, 10. dakikaya kadar. O dakikadan sonra Atletico, oyunu dengeye getirdi ve yavaş yavaş kontrolü ele almaya başladı. Sürekli koşarak birbirlerine alan yaratıp pas yapıyorlardı. Golü de buldular pek de şaşırtıcı olmayacak şekilde. Defansın arkasına atılan toplar, sorunlu olan Beşiktaş defansı ve özellikle sağ tarafı için önemli bir zaaftı. Adrian'ın golü de bu şekilde geldi. Bu golden sonra çöktü Beşiktaş. Taraftar da sahadaki oyuncularına ayak uydurdu. Beşiktaş'ın yaptığı ataklarda herhangi bir düzen yoktu. Şuursuz biçimde atak yapmaya çalışıyorlardı. Ancak Diego Simeone ile farklı bir kimliğe bürünen Atletico için bu ataklar herhangi bir sorun teşkil etmiyordu. Courtois'nın neredeyse yere yatmadığı bir ilk yarı sonunda konuk ekip önde girdi soyunma odasına. İlk yarıda Beşiktaş'ın oyunundan sıkılıp uyuyakalan arkadaşlarım mevcut bu arada. Beşiktaş taraftarı için eziyetti ilk yarı..
İkinci yarıya, ilk yarı en iyi yaptığı işi yaparak devam etti Beşiktaş; sıkıntı ve eziyet.. Taraftarın bu maçta en önemli etken olacağını düşünürken, takımı iteceklerini ima ediyorduk haliyle. Ancak Beşiktaş taraftarı, ikinci yarı 'kendine ' tezahürat yaptı sadece. Kulağa hoş gelmesiyle beraber, takım için herhangi bir etkisi yoktu, aynı tas aynı hamam.. İkinci yarı başında oyuna dahil olan Holosko'dan medet umup, Pektemek'i 60. dakikaya kadar kenarda oturtan Carvalhal de işin tuzu biberi oldu. Sıkıntı içinde geçen ' umutsuzluk resitali'nde son olarak Cenk sahneye çıktı. Sezon başından beri, hatta geçen sezondan beri hatalı goller yiyordu Cenk. Genç bir kalecinin hata yapması kadar normal bir durum yoktur. Ancak  dün akşam Falcao'dan yediği gol, laubaliliktir. Kendine 'fazla' güvenmenin bedelini ağır ödedi Cenk.. Salvio'nun golü perdeyi kapatırken, yine aynı anlarda Cenk'e destekte bulunan Beşiktaş taraftarının arasından sıyrılan bir holigan sahaya girdi ve Cenk'in önüne geçip sövdü genç kaleciye. Bu holigan da fiyaskoyu taçlandıran isim oldu ve Beşiktaş olabilecek en kötü şekilde havlu attı Avrupa Ligi'ne.
Beşiktaş, dibi tam anlamıyla gördü bu maçta. Ligde son haftalardaki berbat form grafiğinin Atletico maçlarına yansıması, kupada sonunu hazırladı Siyah-Beyaz'lı ekibin.. Yönetim ve borçlar cephesinde umutsuz rüzgarlar eserken, takımın harikalar yaratmasını beklemek anlamsızdı. Tek çıkış noktası olan 'Taraftarı için kazanır mı?' sorusuna da dün olumsuz  yanıt verdiler. Beşiktaş'ın elinde bu sezon için artık pek bir şey kalmadı Atletico yenilgisiyle.. Carvalhal yoğun maç programından şikayet etse de, bu kadar kötü bir performansın yorgunlukla açıklanamayacağını düşünüyorum.
Takıma yarardan çok zarar veren yabancı oyuncularla yollarını ayırmalı Beşiktaş. Ayrıca bu yabancıları takıma getiren Mendes ile de ilişkisini kesmesi lazım yeni gelecek yönetimin. Sidnei ve Edu'nun kiralık olduğunu varsayarsak, bana göre Quaresma, Almeida, Holosko'yu göndermek ilk adım olacaktır. Simao ve özellikle Fernandes'in kalması lazım bana göre. Cenk'in dün göstermiş olduğu performanstan sonra Rüştü'nün futbolu bırakmayı düşünmesi yerine, ölene kadar kalede kalmayı düşünmesi lazım. Ya da Beşiktaş, kaleci sorununu çözmek için transfer yapmalı.. Orta sahada Fernandes'e bindirdikleri yük, pek adaletli değil. Her top onda, başı sıkışan Fernandes'e top atıyor. Taş olsa çatlar.
Dün akşam taraftar kötü olabilir. Ancak genel olarak Beşiktaş taraftarı takımını ölesiye sever. Kulübün önde gelenlerinin ve kulübü yönetenlerin, böylesine değerli bir taraftarı bu kadar üzmeye hakkı yoktur.( Arda'ya yapılan irkin tezahüratların azınlık tarafından yapıldığını düşünüyorum)
Artık Beşiktaş'ın toparlanmaya başlayacağı an, yeni başkan ve yönetimin kulübün başına geldiği an olacaktır. Tabii gelecek yeni yönetimin sorunları çözmek için  önemli çözüm yolları olduğunu varsayarsak..

11 Mart 2012 Pazar

Galibiyeti huy edinmek..

Son beş maçında beş galibiyet alan Galatasaray, son maçında Fenerbahçe'den altı yiyen Gençlerbirliğini TT Arena'da ağırladı. Fazla pozisyon bulamadığı maçı 2-0 alan Sarı-Kırmızılı ekip, derbi öncesi puan farkını korumuş oldu..
Her ne kadar kafalar derbi maçında olsa da, puan farkını korumak için bu maç çok önemliydi Galatasaray için. Fatih Terim'in de uyarıları bu yöndeydi hafta içinde yapılan antrenmanlarda. Gençlerbirliği maçında, derbiyi düşünmemesi lazımdı sahaya çıkacak 11 oyuncunun. Ancak kafasında derbiyi tutması gereken özellikle iki oyuncu vardı; Ujfalusi ve Semih.. Tandemdeki bu iki oyuncu sarı kart sınırındaydı ve derbide oynamak istiyorlarsa dikkatli olmaları aşikardı. Gençlerbirliği ise geçen haftasonu Fenerbahçe'den Kadıköy'de 6 yiyerek, taraftarları adına hayal kırıklığı yaratan bir bozgun yaşamıştı. Bu mağlubiyet ışığında düşüncem, Gençler'in pek de atak oynamayacağı yönündeydi.
Öngörümün tuttuğunu görmem için fazla beklemem gerekmedi. Daha ilk dakikadan itibaren topu rakibe bırakıp kendini yarı sahasına kapatan bir Gençlerbirliği vardı sahada. Ancak kapıyı iyi kapatmayı unutmuş olmalılar ki Galatasaray kapının önüne önce ayağını sonra da omzunu koydu ve yavaş yavaş açmaya başladı kapıyı. İlk 15 dakikada Galatasaray'ın topla oynama yüzdesinin %72 olduğunu söylersek, baskının ne denli büyük olduğunu gösterebiliriz. Ayrıca Galatasaray, %72 topla oynama yüzdesini kendi sahasında top çevirerek değil de  , rakip sahada pas yaparak sağlamıştı. Tek sorun, golü bulacak pozisyon yaratmasıydı Sarı-Kırmızılı ekibin. Özellikle kanatlardan hücuma katkının yok denecek kadar az olması, bunun başlıca nedeniydi. Galatasaray bu sorunu sezon sonuna kadar yaşayacaktır. Çünkü ellerinde iyi kanat oyuncuları yok. Hatta tam anlamıyla kanat oynayabilecek bir oyuncusu yok Galatasaray'ın. Bu pozisyon bulma sıkıntısı devre sonuna kadar sürdü ve devre 0-0 sona erdi.. İlk yarının sonlarına doğru Tum'un müsait pozisyonda topu ayağından açması, ilk yarı için bir kırılma anıydı.
Ancak Galatasaray, az pozisyon bulduğu maçlarda bile o pozisyonları bir şekilde gole çevirerek maçı alabiliyor. Bu takım olmanın bir göstergesidir. İstatistiklere bakarsak, pozisyon-gol oranında Galatasaray'ın lider durumda olduğunu düşünüyorum.
İkinci yarıya da baskılı başlayan taraf Galatasaray'dı. Nitekim az önce söylediğim gibi pozisyon yokken, 'yarım pozisyon' da Melo, Engin'in pasında topa dokundu ve top tıngır mıngır ağlara gitti. Bu golün akabinde 10 dakika sonra kazanılan frikikte Selçuk, ters açıdan harika bir vuruşla takımını 2-0 öne geçirdi.  Selçuk'un bu 3. frikik golüydü. Daha önce bu kadar frikik golü yoktu Selçuk'un, büyük ihtimalle antrenmanlarda üzerine yoğunlaşmıştır. Bu golden sonra oyunu kontrol altına aldı Galatasaray. Son dakika Baros'un kaçırdığı pozisyon hariç fazla da pozisyon olmadı ikinci yarı boyunca. Takım olmanın unsuruyla, 2-0 maçı almayı bildi Sarı-Kırmızılı ekip.
Galatasaray, derbi öncesi puan farkını koruyarak rahat bir şekilde gidiyor Kadıköy'e. Kapanan takımlara karşı pozisyon bulmakta zorlanıyorlar. Ancak buna rağmen bir şekilde golü buluyorlar ve bunun en büyük nedeni takım olarak istekli, hırslı ve basit oynamaları. Semih ve Ujfalusi'nin sarı kart görmemesi de Galatasaray hanesine yazılacak artılardan. Bu sene belki de Türkiye'deki en iyi orta saha ikilisi Melo-Selçuk ikilisi.. İkilinin bulduğu gol sayısı toplam 18..Ayrıca Selçuk'un yaptığı asist de 9..Kanatlar en büyük zaafı olsa da, dört orta saha ile ' kanatsız' bir oyun oynuyor Galatasaray ve bunu iyi de yapıyorlar. Kadıköy'deki fobisi ise tek dezavantaj olarak gözüküyor. Bizi, cumartesi günü güzel bir maç bekliyor olacak.
Maçın adamı: Felipe Melo
Kırılma Anı: Tum'un müsait pozisyonda ayağından açtığı top

6 Mart 2012 Salı

Topçular'ın nefesi yetmedi..



San Siro'daki 4-0'lık  galibiyetten sonra AC Milan, doğal olarak rahat geldi Londra'ya.Pato, Boateng, Seedorf, Ambrosini gibi eksikler olmasına rağmen Milan'ın bir kazaya uğraması ihtimali çok düşüktü. Arsene Wenger de, Eurosport'ta yorum yaparken turu geçme ihtimallerinin %5 olduğunu söylemişti. 'Milan turu geçer' havası hakimdi genel olarak.
Kim tahmin ederdi böylesine bir ilk yarı izleyeceğimizi? Arsenal, inanılmaz bir baskıyla başladı maça. 'Mohaç Zaferi' gibi kısa sürede düşmanı bozguna uğratmak isteyen Osmanlı askeri gibi saldırıyorlardı. Daha koltuğuma kurulamadan Koscielny kullanılan köşe vuruşunda, ön direkte iyi bir vuruş yaparak 'Topçular'ı öne geçirdi. Arsenal'ın bu olağandışı hızlı temposu karşısında Milan bayağı bocaladı haliyle. Milan gibi düşük tempoda oynayan takımlara karşı oynaması gereken futbolu fazlasıyla sahaya yansıtıyordu Arsenal. Hem rehavet içerisinde olan, hem de yüksek tempo karşısında bocalayan Milan ise tempoyu düşürmeye çalışıyordu. Aslında bunu da biraz olsun başardılar. Ta ki, Silva'nın hatasına kadar. Maç boyunca belkide tek hatası oydu Thiago Silva'nın. Uzaklaştıramadığı topta Rosicky düzgün vurdu ve 2-0 yaptı. Bu golden sonra da fütursuzca saldırmaya devam etti Arsenal, Rosicky önderliğinde.  Maç boyunca çok kötü oynayan Mesbah'ın, Chamberlain'i düşürmesiyle kazanılan penaltıyı Robin  'Uçan Hollandalı' Van Persie gole çevirdiğinde, Allegri'nin suratından durumun ne kadar içler acısı olduğu anlaşılıyordu Milan adına. İlk yarının sonunda Shaarawy'nin kaçırdığı pozisyon da önemliydi. Milan'ın ilk yarıdaki tek adam akıllı atağı oydu diyebiliriz.

İkinci yarıya Milan, derin bir uykudan uyanırcasına başladı. Rehavetin beraberinde getirdiği gol cezalarını misliyle ödemişlerdi ilk yarıda. Daha sağlam oynayıp pozisyon vermemeye gayret gösteriyorlardı. İlk yarıda yapamadıkları tempo düşürme politikasını, ikinci yarıda yavaş yavaş yaptılar. Ama maçın kırılma anı, Van Persie'nin iyi dokunamadığı, Abbiati'nin ise adeta' ikinci baharımı yaşıyorum'  reflekslerinin içinde bulunduğu pozisyondu. Abbiati'nin çıkardığı pozisyondan sonra Arsenal, pek etkili pozisyonlar üretemedi Milan kalesinde. Milan ise İbra ve özellikle Nocerino ile pozisyonları harcadı. Nocerino'nun boş kaleye göndermek yerine Szcsezny'nin kucağına bıraktığı top, Milanlı futbolseverlere bayağı saç baş yoldurmuştur sanırım. Geride kalan dakikalarda da aynı senaryo devam etti ve Milan turu geçmeyi başardı.
Milan turu geçti, ancak bu rehavetteki halleri pek iyiye işaret değil. İlk yarıda yedikleri cezalar onlara ders olacaktır muhtemelen. Çeyrek finalden ileriye giderler mi bilemem. Ama Berlusconi'nin yaz aylarında takıma özellikle kanat oyuncuları konusunda takviye yapması gerektiği apaçık görüldü. Eğer Şampiyonlar Ligi'ni kazanmak istiyorsa, bazı takviyelerle takımı güçlendirmesi şart. Böylesine önemli bir maçta Mesbah, El Shaarawy ilk tercih olmamalıydı. Biraz daha kadro derinliği gerekiyor.
Arsenal ise mucizeyi gerçekleştirmek için bayağı uğraştı. Ancak ilk yarıdaki oyunu ikinci yarıya taşıyamadılar pek.Van Persie'nin biraz daha etkili olması gerekiyordu. Topçular için sezon bitti gibi, ligde Şampiyonlar Ligi'ne gitmek için uğraşmalarını saymazsak. Wenger'in artık alt yapıdan çıkardığı gençlerin yanına, onlarla harman olabilecek yetenekli oyuncular getirmesi şart. Podolski ismi konuşuluyor. Onun gelmesi, dediğim kadro şekli için ilk adım olarak kabul edilebilir. Gerisini de getirirse Wenger, seneye başa oynayan bir Arsenal izleriz diye düşünüyorum. Özellikle Van Persie, Wilshere, Gervinho gibi üst düzey oyuncuları kaybetmek istemiyorlarsa transfer yapmaları şart.
Maçın Adamı: Christian Abbiati
Maçın Kırılma Anı: Van Persie'nin vuramadığı top ve Abbiati'nin refleksi..

Tarlada Galibiyet..

Binbir zorlukla geldiği Sivasspor deplasmanında Galatasaray, ummadığı kadar rahat bir galibiyetle İstanbul'a döndü. Sivasspor kötü mü oynadı? Hayır. Ancak 'istemek' ve 'takım oyunu' bu işin kilit noktasıydı.
Sivas ve genel olarak İç Anadolu Bölgesi'nin iklimini bilmeyen yoktur. Özellikle kış aylarında ne kadar sert bir iklim olduğu ortadayken, Sivasspor yönetiminin stad zemini için herhangi bir çaba göstermemesi  enteresandı. Günlerdir alttan ısıtma sistemi açıkmış. Ama sadece ısıtma sisteminin açık olması, zeminin harika olacağı anlamına gelmiyor. Tarla gibi bir zemin mevcuttu Sivas 4 Eylül Stadı'nda.. Ben ilkokul üçüncü sınıftayken okulun yanında tarla gibi bir yer vardı, biz de futbolumuzu orada oynardık. O tarla gibi yerle 4 Eylül zemininin herhangi bir farkı yoktu. Galatasaray kafilesinin bulunduğu uçak da inemedi Sivas'a. Kayseri'ye indiler ve otobüs aktarmalı olarak geldiler. Maç öncesi herhangi bir olumlu not yoktu görüldüğü gibi.
Maçın başlamasıyla beraber, Sivasspor da fütursuzca saldırmaya başladı. Kanatlardan etkili olmayan çalışan Yiğidolar, iyi ekmek yedi kanat ataklarından. Özellikle Erman Kılıç'ın soldan ceza sahasına girip yarattığı tehlikeler ön plandaydı. Galatasaray ise ilk 15 dakika Sivasspor ceza sahasına bile girememişti. Bu durumlarda, büyük takımlarda ekstra katkı verecek oyuncular olabilir. Bu sefer ki isim de Necati Ateş'ti. Yaklaşık 30 metreden harika bir aşırtma vuruşla takımını öne geçirdi tecrübeli golcü. Sivasspor'un iyi oynadığı bir anda böyle bir golün gelmesi direnç kırıcı oldu. O dakikaya kadar tempolu giden oyun, yerini sıkıcı bir futbola bıraktı devre sonuna kadar. Devre sonunda Eneramo'nun müsait durumda topu dışarı vurması, kırılma anıydı.
İkinci yarıya yine etkili başlayan taraf Sivasspor'du. Bu sefer de Grosicki özelinde gelişen ataklarla etkili oldular. Muslera'nın kurtarışlarıyla bu atakları defetti Galatasaray. Ancak bu etkili olduğu dakikalarda, Necati'ye bir pozisyon fırsatı tanıdı Sivasspor. Senecky'nin kurtarışı olası bir kazayı engelledi. Akabinde, Selçuk'un kullandığı kornerde Ujfalusi'nin zayıf vuruşu, kaleye tıngır mıngır gitmesine rağmen kale çizgisini geçti. Bu garip golle rahatladı Galatasaray. 2-0'dan sonra Grosicki önderliğinde ataklar yapmaya devam etti  Sivasspor ancak etkili olamadı. 2-0'ı koruma politikası içinde Galatasaray, kontrataklarla gol arıyordu. Necati'nin pasıyla Aydın'ın attığı golle de 3-0'ı yakaladılar. Ardından son dakikada Selçuk'un ara pasıyla Necati skoru 4-0'a getirdi. Böylece Galatasaray, zorlukla geldiği bu önemli deplasmandan rahat bir galibiyetle İstanbul'a dönmüş oldu.
Galatasaray'ın böylesine kolay bir galibiyet alacağını kimse beklemiyordu. Sivasspor da kötü bir oyun oynamadı. Aksine iyi oynadılar ve maksimum derecede pozisyon yarattılar. Ancak burada Muslera faktörü öne çıktı. Yaptığı kurtarışlarla defansını ayakta tuttu Uruguaylı kaleci. Sivasspor mutlak gol pozisyonu olarak,  biri 3-0'dan sonra olmak üzere iki pozisyon yakaladı. Ancak Erman ve Grosicki'nin çaprazdan getirdiği toplara karşı sağlam müdahaleler yaptı Muslera. Necati'den sonra Galatasaray'ın en iyisi diyebiliriz. Ujfalusi'yi de iyi oynayanlar kürsüsüne çıkarabiliriz. Ayrıca 2006'dan sonra ilk defa gol attı Çek oyuncu..  Elmander belki hücumlarda istenilen etkiyi yaratmadı. Ancak çok koştu ve çok çalıştı İsveçli oyuncu.
Galatasaray geneline baktığımızda, takım 14 deplasman maçının sekizinde gol yemedi. Ayrıca son beş maçtır kazanan Galatasaray, son üç maçta da 10 gol attı.
Sivasspor ise uzun bir aradan sonra evinde kaybetti. Skorer bir takım Sivasspor, ancak attıkları 50 golün yanında 48 gol yediler. 29 maçta 48 gol yemek, yememekten daha zor.  Rıza Çalımbay'ın oynattığı hücum futbolu gayet keyifli bizler için. Ancak defansif yönü de biraz düşünmeleri lazım.
Maçın Adamı: Necati Ateş
Maçın kırılma anı : Eneramo'nun kaçırdığı pozisyon

8 Şubat 2012 Çarşamba

Yanlış Kişiyi Savundun Capello..

Bu gece gündeme bomba gibi düştü bu haber. Fabi Capello, 'Terry Meselesi'  için İngiltere Futbol Federasyonu Başkanı David Bernstein ile yaptığı görüşme sonrası istifa etti. Terry gibi hayatı skandallarla geçen bir oyuncuyu bu kadar savunması yeterince enteresandı, bu konu sonrasında istifanın gelmesi daha da enteresandı. Büyük ihtimalle Terry konusu , işin tuzu biberi olmuştur.  David Bernstein'ın amacı Capello'yu göndermekmiydi bilemem. Ama bu istifanın, İngiltere'nin önünü açacağı konusunda ümitlerim var. Zira, 2008'den beri Capello'nun neden İngiltere teknik direktörlüğüne getirildiğini düşünür dururdum. En basitinden, mantalite farkı çok büyük. İtalyan bir teknik direktörün İngiltere Mill Takımı başına geçmesi için, İtalyan futbolundan gerektiği kadar arınmış olması lazım bana göre. Bir milli takım, kendi liginin futbol tarzını yansıtır genellikle. İngiltere Milli Takımı da yansıtıyordu, ta ki Capello gelene kadar. Belki çok başarılı değildi turnuvalarda İngiltere. Ancak oynadığı futboldan keyif alırdım, İngiliz futbolunu görürdüm o Beckham'lı, Owen'lı çılgın takımda. Nefes almadan izlediğim maçları olmuştur zamanında.Ama Capello'nun gelişiyle bütün bu büyü uçtu gitti sanki.
2010 Dünya Kupası elemelerinde dokuz galibiyet ve bir mağlubiyet almıştı sadece İngiltere. Sağlamdılar, ancak keyif vermiyorlardı. Bu etkileyici eleme performansına rağmen kaç kişi İngiltere'yi favoriler arasında gösteriyordu? çok az. Bunun nedenlerinden biri de bariz Capello'ydu. Şansımıza Türkiye'de yayınlanıyordu ara sıra İngiltere'nin eleme veya hazırlık maçları. Ekran başında uyuduğumu hatırlıyorum bir Ukrayna maçında.Ardından gittikleri Dünya Kupası'nda güç bela çıktıkları gruptan sonra karşılarına makine düzeninde işleyen Almanya geldi. Lampard'ın sayılmayan golü maça damgasını vurdu ancak, o gol olsa bile İngiltere o turu geçebilir miydi? çok zor. Bunun başlıca nedeni  İngiltere futbolu ve Capello arasındaki her an   faaliyete geçme olasılığı yüksek 'doku uyuşmazlığı'ydı. İngiltere'nin o dinamik, yüksek tempolu futbolu, Capello'nun 'İtalyan İşi' futboluyla harman olamamıştı. Bolca da eleştiri aldı Capello turnuva sonrası. Ama Federasyon, devam etme kararı aldı İtalyan teknik direktörle. EURO 2012'ye de  pek zorlanmadan katıldılar, ama yine de, kimse İngiltere'nin turnuvada başarılı olacağını düşünmüyordu. 'Terry Meselesi' bana göre İngiltere için umut ışığı niteliğinde oldu. Capello'nun gidişinin ardından yerine iyi bir İngiliz teknik direktörün gelmesi,  özlediğimiz İngiltere'yi görmemiz için ilk adım olacaktır. An itibariyle Harry Redknapp ismi konuşulmaya başlandı bile. Gelirse yerinde bir hamle olur. Ama daha nice adaylar ön plana çıkacaktır. Bekleyip göreceğiz.

5 Şubat 2012 Pazar

Futbol vasat, galibiyet önemli..

Maç öncesi, bu maçın o kadar da tempolu ve pozisyonlu geçmeyeceğini düşünenlerden biriydim. Çünkü  Beşiktaş'ın yaratıcı tüm oyuncuları sakat veya cezalıydı neredeyse. Fenerbahçe'nin de vasat oyunu ve Stoch-Alex ikilisinin ayağına bakması, maçın fazla da bir şey vaad etmediğini gösteriyordu. Böyle geldi iki takım Şükrü Saraçoğlu stadına.Beşiktaş'ın ilk 11'i, mevcut eksikleri göz önünde bulundurursak iyi gibiydi.Kafamda iki soru işareti vardı; birincisi, Ersan'ın sakatlıktan yeni çıkmış olmasına rağmen ilk 11 başlaması ve başladığı yerin fransız olduğu sol bek olması.. İkincisi ise İbrahim Toraman yerine Necip'in oynamasının daha iyi olduğunu düşünmemdi. Fenerbahçe'de ise sakatlık sıkıntıları bulunan Emre ve Gökhan'ın ilk 11 başlaması ve yeni transfer Sow'un ilk 11 başlaması bana göre yanlış bir karardı. Ayrıca Beşiktaş taraftarının maça alınması önemli bir adımdı. Bu olaylar ve seçimler eşliğinde maç başladı.
Maça baskılı başlayan ve topla daha çok oynayan takım Fenerbahçe'ydi. Beşiktaş işin savunma yönüne ağırlık veriyordu ve bu savunmanın ardından yapılacak hücum denemeleri şüphesiz kontrataklar olacaktı. Nitekim aynen de öyle oldu; Beşiktaş iki tane ciddi kontratak yakaladı Holosko ile.. Ancak Slovak oyuncu paslarda başarısız olunca skor tabelası değişmedi. Beşiktaş iyi bir deplasman oyunu oynasa da, hücumunu iyi yaptığı ama savunması konusunda ciddi sıkıntılar yaşadığı duran toptan golü yedi dakika 14'te Yobo'nun ayağından. Alex'in ortasında arka direkte topa dokunan Yobo, skor tabelasını değiştiren isim oldu : 1-0. Şüphesiz ki böyle bir gol yiyeceği düşüncesi yoktu Beşiktaş tarafında. Ancak  adam  paylaşımı konusunda sıkıntı yaşaması pahalıya mal oldu Siyah-Beyazlılar için. Son haftaların ve  hatta sezonun parlayan isimlerinden  Stoch'un, Tanju'nun kanadını duman etmesi pek iyi işaretler değildi Beşiktaş adına. Özellikle ilk yarım saat   , Dünya'daki hiçbir insan Tanju'nun yerinde olmak istemezdi. Fenerbahçe topu iyi çeviriyordu ve bir ara topla oynama oranının ' Fenerbahçe %70-%30 Beşiktaş' olarak gördüm.Bu eksiklerle çok iyi bir hücum performansı beklemiyordum Beşiktaş'tan. Ama bu kadar da kötü olmasını  beklemiyordum. İlk yarı konusunda Fenerbahçe ilk 11'i konusunda söylediklerimden ikisi gerçekleşti; Gökhan oyuna devam edemedi ve Sow etkisizdi. Daha ilk maçında bir derbiye çıkması ona pek yaramadı. Ayrıca  Toraman, Alex'i iyi durdurmuştu. Bir de ilk yarıda Yobo-Pektemek arasında bir pozisyon yaşandı dakika 43'te ceza sahasında. Bana göre penaltıydı, verilebilirdi.
İlk yarının rengini çok açık bir renk olarak düşünürsek, ikinci yarının rengi ise bir o kadar koyuydu. İbre tam tersine dönmüştü ve topa sahip olup iyi pas yapan taraf Beşiktaş'tı. Ancak  pası nerede yaptığın da oldukça önemliydi. Kartal'daki önemli eksikler, topun ceza sahasının içinde ve tehlikeli bölgelerde kullanılmasını çok zor kılıyordu. İyi top çeviriyordu Beşiktaş, ama herhangi bir negatif etkisi yoktu Fenerbahçe defansı için.  Emre'nin de maça devam edemeyip yerini Selçuk'a bırakmasıyla Fenerbahçe konusundaki düşüncelerim gerçekleşti. Aykut Kocaman bir kumar oynadı ve bahsi kaybetti. İki değişiklik hakkını zorunlu bir biçimde kullanmış oldu böylece. Sow'un etkisiz oyunu devam ederken, Stoch da ilk yarıya nazaran zorlayamıyordu fazla Tanju'yu. Beşiktaş, topa sahip olmanın meyvesini, etkisiz Pektemek'in ara pasında Ernst'in kaleciyle karşı karşıya kalmasıyla  aldı. Ancak  Ernst kötü bir vuruşla takımını olası bir beraberlik golünden etti. Maçın birinci kırılma anı buydu. İkinci kırılma anı ise kornerden dönen topa, Ernst'in gelişine vuruşu ve bu vuruşun direkten dışarı gitmesiydi. Bu pozisyonlardan biri gol olsaydı, maç çok farklı noktalara gelebilirdi. Ancak Fenerbahçe bu iki pozisyonun dışında maçın sonuna kadar başka önemli bir pozisyon vermeyerek istediğini aldı diyebiliriz. 90+2'de futbol okullarında örnek olarak gösterilecek bir golle iki farkı yakaladı Fenerbahçe. Stoch'un topu enlemesine sürüp harika bir ara pasla topu Caner'le buluşturması, Caner'in bekletmeden topu penaltı noktasındaki Sow'a çıkarması ve Senegalli golcünün ilk golünü atması..
Fenerbahçe, lider Galatasaray'ın kazandığı haftada önemli bir galibiyet alarak puan farkının açılmasını engelledi. Ancak Beşiktaş için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Üç haftadır mağlup olan ve bu maçlar süresince tek bir gol dahi atamayan Siyah-Beyazlı ekip, liderin dokuz puan gerisinde bulunuyor. Ayrıca bu maçla birlikte ilk dörtteki yeri de tehlikeye girmeye başladı. Maç başlamadan önce Beşiktaş hakkındaki düşüncelerimde yanıldım. Ersan fazla sırıtmadı ve görevini yerine getirdi, aynı şekilde Toraman da..  Alex'i iyi marke etti ki zaten Toraman'ın en iyi yaptığı iş markajdır. Ancak pozisyon üretimindeki kısırlık, gol yollarında sıkıntı yaşamalarına neden oldu. Bu sıkıntıyı da üç haftadır yaşıyorlar. Tamam eksikler var, ancak bu kadar etkilememeli.Daha üretken olması lazımdı Beşiktaş'ın.
Fenerbahçe ise bu maçta Stoch-Alex ikilisinin yanında iyi bir savunmayı ekleyince maçı kazanmasını bildi. Ancak kötü oyun devam ediyor. Sarı-Lacivertlilerin iyi oynadığını hala söyleyemeyiz. Kadıköy'de bir şekilde kazanmaya devam etseler de, deplasmanlarda aynı şeyin olacağını pek sanmıyorum. Zira son 10 deplasman maçından sadece ikisini kazanmaları bu durumu net bir şekilde özetliyor. Fenerbahçe yavaş oynuyor, bireysel yeteneklerle ayakta kalmaya çalışıyor ve yenik duruma düştüğü anlarda ciddi sıkıntılar yaşıyor. Son maçlarda izlediğim tek sağlam Fenerbahçe, bu maçtaki Fenerbahçe'ydi. Form grafiği yükselmezse, puan farkı açılabilir.  Ayrıca, bu maçta doğal olarak etkisiz kalan Sow'un yine de golünü atması büyük avantaj.. Moralini üst seviyelere çıkaracaktır bu gol Senegalli golcünün.
Maçın Adamı: Serdar-Yobo
Maçın Kırılma Anı: Ernst'in pozisyonları

8 Ocak 2012 Pazar

Bir Geri Dönüş Hikayesi..

Samsunspor-Galatasaray maçı öncesi  Galatasaray'ın zorlanacağını düşünen ender insanlardan biriydim. İBB maçının özellikle ilk yarısında oynanan oyun pek tatmin edici değildi Sarı-Kırmızılı ekibe gönül verenler adına. Her ne kadar maçı kazansa da Galatasaray , çok da iyi oynamamıştı. Bu görüntü altında geldiler Samsun deplasmanına.Samsunspor ise Gekas gibi usta bir golcü ile anlaşmıştı ancak bu maçta oynayamayacaktı kurt forvet.Ama bu maçta tribündeydi ki zaten oynaması da pek beklenmiyordu.
Maç başladığı gibi Galatasaray, İBB maçındaki ilk yarı görüntüsüne büründü.Topu iyi çıkaramıyor ve iyi pas yapamıyorlardı.Samsunspor ise oyunu daha çok geride kabullenip hızlı hücumlarla gol arayan bir stratejiyi uyguluyordu.Melo'da da bir düşüş söz konusuydu ve orta sahada laubaliliği sonucunda topu kapan Zenke'nin ara pasında topla buluşan Ekigho , Muslera'yı ekarte edip topu boş kaleye gönderdi. Sabri'nin yerini boşaltmasının bu pozisyonun sonuçlanmasındaki  etkisi önemli bir ayrıntı.Bu golden sonra da Galatasaray'ın oyununda herhangi bir düzelme belirtisi yoktu.Enteresan bir tutukluk içerisindeydiler.. Sakatlıktan yeni çıkan Sabri'nin topu daha hala anlayamadığım bir biçimde Ekigho'nun önüne indirmesiyle durum 2-0'a geldiğinde kameralar Fatih Terim'i gösterdi. O an Galatasaray'ın ikinci yarıda maçı çevirebileceğini düşündüm . Öyle bir hissiyat geldi içime çünkü son olarak Milli Takımdan da bildiğimiz gibi 'Fatih Terim fırçası', takımı devre arasında kendine getirebiliyordu.Ama devre arasına gelmeden önce Sabri'nin hatasını konuşmak gerek.Evet sakatlıktan yeni çıktı , 1.5 aydır top oynamadı hatta zorlarsak ilk goldeki hatasını da buna bağlayabiliriz.Ancak ikinci goldeki hatasının yaşadığı sakatlıkla herhangi bir alakası olmadığını düşünüyorum.Sabri bu tip zamanlama hatalarını her zaman yapıyor.Gerek kafa toplarında, gerekse markajlarda..
Maç sonunda muhabir bir soru sordu Fatih Terim'e ' Devre Arası futbolcularınızı uyardınız mı?' diye.. Fatih Terim de ' uyarmak biraz hafif kalır' demişti..o meşhur 'Fatih Terim fırçası'nı devre arası futbolcular tabiri caizse yemişti sanırım..İkinci yarıya baskılı başladı Galatasaray, yedikleri fırçadan sonra.Bu baskı da 52. dakikada meyvesini verdi Ujfalusi'nin ortasına Semih'in yaptığı kafa vuruşuyla..Sonra oyunun temposu biraz düşse de Galatasaray ataklarını devam ettirdi..İkinci yarı Sabri'nin çıkıp Riera'nın oyuna girmesi, takımın hücum varyasyonlarını arttırmıştı.Ki o Riera'nın takipçiliği sonucunda 3 Samsunspor'lu oyuncu arasından dokunduğu topu düzgün bir vuruşla ağlara gönderdi Selçuk..Galatasaray iyi bir geri dönüş yapsa da maçta önemli bir kırılma anı vardı bana göre ; 2-2'nin akabinde Samsunspor'un hızlı hücumunda top arka direkte Ekigho ile buluşsa boş filelere gönderecekti topu Nijeryalı golcü.Ancak Selçuk kademeye iyi girdi ve bunu önledi..Samsunspor savunması ikinci yarı felaket oynuyordu. Özellikle Kemal Tokak'ın ikinci goldeki hatası pek affedilir cinsten değildi.Nitekim Emre Çolak'ın kaptığı topu bomboş durumda Baros'a ortalaması ve Çek golcünün düzgün bir kafa vuruşuyla Galatasaray'ı öne geçirmesi, bu felaket savunmanın bir sonucu gibiydi.Emre'nin ortası ve Baros'un vuruşu iyi olabilir, ama orada o kadar boş bırakılması büyük bir defansif zaaf..Galatasaray'ın istekle ve büyük bir baskıyla oynaması, Samsunspor'un defansif hatalarının önüne geçti.Üçüncü golden sonraki sevinç ise, Galatasaray'da ne kadar iyi bir arkadaşlık ve aile ortamının bulunduğunun bir göstergesiydi.Bu önemli geri dönüşü Elmander'in ara pasında Kemal'in hatasıyla topu önünde bulan Sercan'ın, topu önüne alıp güzel bir vuruşla meşin yuvarlağı ağlara göndermesiyle süslediler.Her ne kadar Sercan'ın golünde de Kemal Tokak'ın hatası olsa da, Sercan'ın vuruşu gayet düzgündü..
Galatasaray şampiyonluk yolunda önemli bir geri dönüşü gerçekleştirdi. Zirveye oynayan takımların böylesine geri dönüşleri yapması gerek moral anlamında, gerekse diğer şamğiyonluğa oynayan takımlara göz dağı anlamında önemlidir. 2-0'dan  geri dönmek kolay bir şey değildir. Bu geri dönüşte en önemli payı Selçuk-Emre-Riera triosuna vermek lazım.Ama en önemli pay Selçuk'un.. Bu maçta tam bir 'box to box' özelliğiyle oynadı Selçuk. Bu üçlüye Baros biraz da olsa yardım edebildi. Sabri ise  kötü bir performans sergiledi sakatlık dönüşünde.Fatih Terim, 'benim hatam , oynatmamalıydım' dese de yenilen ikinci goldeki hata, Sabri'nin hep yaptığı hatalardan biri.
Galatasaray'ın acil bir sağ bek ve bir kanat oyuncusuna ihtiyacı var.İyi bir form grafiği yakalasalar da , gerekli mevkilere yapılacak iki takviye ile bu form grafiğini daha rahat koruyabilirler.

Samsunspor'un oyununda ise belirgin bir düzensizlik mevcut.Oyunu bölüm bölüm iyi oynuyorlar.Gol yollarında sıkıntıları hala devam ediyor.Bitiricilikten ziyade, özellikle pozisyon bulmakta bayağı zorlanıyorlar.Gekas ile bu gol sorununu çözebilirler bir nebze olsa da.Ama yine de küme düşme adaylarımdan biri Samsunspor.

Maçın Adamı: Selçuk İnan
Kırılma Anı: Fatih Terim'in devre arası konuşması

5 Ocak 2012 Perşembe

Galatasaray 4-1 İ.B.B. (Tam Gaz Devam (mı)? )

Manisaspor maçını hatırlayalım. İlk yarı yine iyi olmayan bir Galatasaray vardı ama ikinci yarı iyi oynayıp maçı  Selçuk'un güzel frikiği ve bolca  kacırılan gol pozisyonları eşliğinde  1-0 kazanmıştı Sarı-Kırmızılı ekip.2 gün önceki İBB maçında da aynı şekilde gelişti senaryo.. İlk yarı dağınık bir görüntü çizdi Sarı-Kırmızılılar ve bunda Melo'nun etkisinin %60-70 olduğunu(Kimine göre %100 e varabiliyor) söyleyebilirim. Maçın başında forvetlere atılan direk toplar ve ardından rakip sahada pas yaparak gol aradı Galatasaray. İBB ise Holmen-Mahmut-Cihan ile orta sahada baskı yapıp kontratakla gol arıyordu.Ceza sahasına girmekte oldukça zorlanan Galatasaray  golü Emre Çolak'ın ayağından buldu : Form grafiği gittikçe yükselen genç oyuncu 25 metreden yaptığı sert ve düzgün vuruşla topu filelere gönderdi.Ancak bu gol sadece bir bireysel başarıydı , Galatasaray Melo'nun yokluğunda takım olarak pek iyi değildi , dağınık bir görüntü çiziyordu. Nitekim golü de orta sahanın yeteri kadarı baskı yapmamasından kalelerinde gördüler. Hızlı gelişen atakta Webo'nun ceza yayının 1-2 metre gerisine bıraktığı topu Visca iyi kontrol edip düzgün bir vuruşla köşeye bıraktığında dakikalar 13'ü gösteriyordu.
Galatasaray'ın dağınık oyunu ilk yarı boyunca devam etti. Melo'nun yokluğunda orta sahada iyi oyun kuramayan   Selçuk ve Engin , İBB nin orta üçlüsünün baskısıyla sık sık geriye dönmek zorunda kaldı.İBB ise hızlı hücumlarla gol aramaya devam etti , Webo çaprazda Muslera ile karşı karşıya kaldığında düzgün bir vuruş yapabilse belki de maç dönebilirdi. Ancak asıl kırılma anı Webo'nun kırmızı kartıydı : Topu ayağından açınca Semih araya girdi ve Webo topu almak isterken kontrolsüz bir biçimde Semih'in ayağına müdahalede bulundu.Akabinde de kırmızı kartı gördü Kamerunlu golcü.
İkinci yarı ise yine Manisaspor maçının ikinci yarısında olduğu gibi baskılı, arzulu bir Galatasaray vardı sahada.Özellikle kanatları kullanmaya çalışan Sarı-Kırmızılı ekip , golü de tekrar maçın yıldızı Emre Çolak'ın ayağından buldu. Ceza yayından vuruşunda rakibe hafif temas eden top Hasagiç'i çaresiz bıraktı.Bu golden sonra İBB daha atak oynamaya ve risk almaya başladı.. Bu olması gereken bir durumdu ama 10 kişi bir takımın biraz daha sakin olması gerekirdi. Geride inanılmaz boşluklar verdiler ama Baros-Elmander-Kazım triosu İBB nin önlerine sunduğu bu nimeti kaçırdıkları gollerle geri çevirdiler.Ta ki 72'deki Baros'un 3. karşı karşıyasına kadar. Ofsayt kokan pozisyonda iyi vuramasa da golü atmayı bildi Çek golcü.Bundan sonraki dakikalarda Riera'nın direği kırmak için vurduğu şut akılda kalanlardan biriydi Selçuk'un golüne kadar. Son dakikada topu  iyi sürüp ceza yayından plase bir vuruşla bu maçta Hasagiç'i avlayan 3. oyuncu oldu yıldız oyuncu.Maçı 4-1 kazanan Galatasaray , ilk yarı iyi sinyaller vermese de kazanmasını bildi.

Galatasaray Melo'nun oynamadığı maçlarda sıkıntı yaşayacak gibi duruyor. Benim tercihim bu maçta Melo'nun yerine Ceyhun'un oynaması yönünde olurdu. Melo'nun defansif görevlerini Engin'e göre daha esaslı bir biçimde yerine getirirdi Ceyhun.Emre Çolak'ın yükselen form grafiğine dikkatli bakmak gerek.Zaten Emre'nin yeteri kadar yetenekli ama bir o kadar da güçsüz olduğunu biliyorduk.Ancak Fatih Terim'in son yıllardaki demirbaşlarından kondisyoner Scott Piri'nin fitness programı sayesinde oldukça güçlenmiş gözüküyor genç oyuncu.Sene başında kamptan döndüklerinde Twitter'da '' Fitness Programı'na başlıyorum, güçleneceğim'' demişti Emre Çolak.Ki bunu da başardığını görüyoruz ama biraz daha kalınlaşması lazım.Elmander'in ,  parmağından ameliyat olduktan sonraki antrenman eksikliğini kapaması lazım.Biraz ürkek ve eski görüntüsünden uzaktı İsveçli forvet.Ayrıca Selçuk'un golünü izlediyseniz , golden önce Rızvan'ın ikili mücadelede Selçuk'un fizik üstünlüğünün sonucunda yere düştüğünü görmüşsünüzdür.Dakika 90 ve Selçuk bu kadar diri kalabiliyor.Bu da Fatih Terim'in bir başka başarısı.
İBB 10 kişi kalmasaydı Galatasaray zorlanmaya devam edebilirdi bu maçta. Ama rakibin eksik kalmasını iyi değerlendirdi Sarı-Kırmızılı ekip. Melo'nun geri dönüşüyle eski görüntüsüne kavuşacaktır Galatasaray orta sahası.Ancak Eboue'nin Afrika Uluslar Kupası'na gidecek olması bayağı sıkıntı yaratacaktır Galatasaray defansında. Bekleyip göreceğiz.
İBB'nin form düşüklüğü ise göze çarpıyor.'Sir' Abdullah Avcı'nın Milli Takım'ın başına geçmesinden sonra Arif Erdem ile pek de iyi sonuçlar almadılar. Sadece tek galibiyetleri var bu 8 hafta boyunca. Elbet toparlanacaklardır  , ama bunun kısa sürede olması tek temennimiz.
Maçın Adamı : Emre Çolak
Kırılma Anı : Webo'nun kırmızı kartı